Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Maksat haklılığı değil hayatı sürdürmekse

Geçtiğimiz ay birkaç günlüğüne gittiğim Almanya’da, bir istasyonda uzun yol trenlerinden birini bekliyordum. O istasyonlarda evvelce de bulunmuşluğum vardı. Fakat nedense ilk kez o gün, bakmakta olduğum raylardan bir zamanlar vagonlar dolusu Yahudi’nin ölüme taşınmış olduğunu, insanlık tarihinin en büyük suçlarından ve en korkunç uygulamalarından biri olan toplama kamplarına aynı raylar üzerinden götürülmüş olduklarını düşündüm. Tam oradan, yüzümün o anda dönük olduğu noktadan da muhakkak geçirilmişlerdi… “Alman yetkilileri Yahudiler’i evlerinden sürmek ya da Doğu Avrupa’ya aktarmak için kıtadaki raylı taşıma sistemlerini kullandı.” Linkte de görebileceğiniz üzere “Doğu’ya göndermek” toplu katliam merkezlerine göndermek anlamına geliyordu.

Yahudi soykırımının en akıl almaz yönlerinden biri de bu katliamın 20. yüzyılda gerçekleşmiş olabilmesidir bence. Bundan 80 yıl kadar evvel Avrupa’nın göbeğinde milyonlarca insan kapılarını pencerelerini kapatıp komşularının, arkadaşlarının ve hatta akrabalarının trenlere doldurulup ölüme götürülmesine izin verdi ya da buna boyun eğdi. Aralarından bazıları toplama kampları cehennemine odun taşımaya da çok hevesli oldu. Ateşi harladı… Bütün bunlar ülkemize uçakla sadece üç saatlik mesafedeki bir coğrafyada yaşandı. Altı milyon insanın ölümünden söz ediyoruz. Avrupalı Yahudiler’in üçte ikisi katledildi. Bir milyonun üzerinde Yahudi çocuk öldürüldü. Bu korkunç soykırım “Nihai Çözüm” adı altında planlandı.

Bunlar hiç olmamış gibi, aynı yüzyılın sonlarında yine Avrupa’nın göbeğinde Srebrenitsa katliamı yaşandı. Katliam ve soykırımlar bu yüzyılda da son bulacakmış gibi görünmüyor. Yanı başımızdaki Suriye Savaşı 10. yılını çoktan geride bıraktı. Korkunç katliamlar yaşandı. IŞİD Irak’ın kuzeyinde yer alan Şengal’de, Ortadoğu’nun kadim halklarından Ezidiler’e soykırım uyguladı: “2014 yılındaki IŞİD soykırımı esnasında, 6,417 Ezidi kaçırıldı ve bunlardan 2 bin 880’inin akıbeti hâlâ bilinmiyor.”

Kısacası hep “Bir daha asla!” deyip durduk ama bu “asla” pek de hesaba alınmadı. Soykırımlar ve katliamlar bir daha, bir daha, bir daha yaşandı. İşte Ukrayna’daki savaşa amasız fakatsız “Hayır” diyenler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline bu soykırım, katliam ve sürgün hafızalarını canlandırarak bakanlardır. Gerisi lafügüzaf… ABD ve NATO’nun mu, Putin Rusya’sının mı ehveni şer olduğu tartışmasından daha anlamsız bir şey yok. Böyle bir sıralama yapmaya hakkımız da yok. Bizim sıralamamız çocukları, kadınları veya halkları korumuyor. Onların hiçbir işine yaramıyor.

Birlemiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Rusya’nın saldırılar düzenlediği Ukrayna’dan son bir hafta içinde 1 milyon kişinin ayrıldığını açıklamış. “Ayrılmak” bir savaş söz konusuysa oldukça naif bir ifade. Zira hemen yarın dönüverecekmiş gibi gidenlerin, bir anda kurulu düzenlerini, evlerini, sevdiklerini ve her şeylerini geride bırakanların, çoğunlukla bir daha asla evine dönemediği bir dünyada yaşıyoruz.

Bu satırları yazarken arada gözümün kaydığı masamın sağ tarafındaki küçük kitap yığının en üstünde Rita Ender’in Madam Amati kitabı var. O da bir daha dönemeyenlerden. Kitabın rastgele bir sayfasını açayım dedim. Şu satırlara denk geldim (s.61).

Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o

Almanya’dan gelen bir ustadır.

sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler

duman olup yükseliyorsunuz göğe

sonra bir mezarınız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor

Madam, tıpkı bu dizelerin şairi Paul Celan gibi Naziler’den kurtuldu.

Kaçtı ve sonunda İzmir’e vardı.

Kimliği değişti. Müzik onunla kaldı.

Kemanla dolu bir yaşam sürdü ve kemanla uğurlandı.”

Rita Ender İzmir’deki Beth Israil sinagogunda gördüğü, bir ahşap orgun üzerine yerleştirilmiş çerçevedeki bir kadın fotoğrafının peşine düşer ve bu sayede keman sanatçısı Martha Amati’nin yaşam öyküsünü günışığına çıkarır. İzmir’deki sinagogda yapılan bütün düğünlerde keman çalan Madam Amati… Funda Şenol Cantek güzel bir yazı yazmıştı bu kitap hakkında, linki tıklayıp bu yazıyı da okumanızı öneririm doğrusu. Madam Amati’nin hikayesi okumakta geç kaldığım müthiş etkileyici bir hikaye. Bazen de “müthiş etkileyici bir hikaye” demekten de utanıyor insan. Sadece etkileniyoruz… Başka bir şey olmuyor. İnsanlık tarihi bir daha dönemeyenlerin, Madam Amatiler’in hikayeleriyle dolu. Madam Amati yine de şanslı olanlardan biri. Hayatta kalmış, müziğini yapmış, kendi toplumunun üyelerinin bambaşka bir ülkede sürdürmeye çalıştığı hayatlara tanıklık etmiş, o hayatlarla sarmalanmış ve kemanıyla mutluluk anlarını onurlandırmış… Daha evvel bir yazıda değindiğim Harro ile Libertaslar var bir de… 20’li yaşlarında giyotinle idam edilen Scholl kardeşler var. Milyonlarca “isimsiz” kurban var.

Ukrayna’daki savaş karşısında pozisyon belirlemeye çalışanların gözden kaçırmamaya çalışması gereken en önemli şey tarih sayfalarına yeni “dönemeyenler” eklememek olmalı. Ukrayna’daki savaş bizimle, bizim ideolojik konumlanışlarımızla ilişkili bir şey değil. Savaş burada olmuyor. Başka bir deyişle, şimdiki hâlde bize bir şey olmuyor. Bu yüzden de ABD ve Avrupalı emperyalistlerin mi yoksa Putin’in mi daha günahkar olduğunun şu aşamada artık bir önemi yok. 20 yılı aşkın liderlik döneminde, Rusya’da muhalif gazetecilere, hak savunucularına, muhalefet liderlerine yaşama hakkı tanımayan diktatör Putin, Ukrayna’yı Nazilikle suçlayarak Rus işgaline meşruiyet arıyor. Her iki tarafın politikalarını eleştirmek, analiz etmek ve değerlendirmek başka, işgale meşruiyet arayanlara meşruiyet aramak başka. Kendimize böyle bir vazife çıkaramayız.

21. yüzyılda hâlâ bir ülkenin işgaline ve savaşlara tanıklık ediyor olmamız bile yeterince utanç verici bir şey aslında… Rus asıllı Fransa ve ABD yurttaşı gazeteci, yazar Vladimir Pozner’in ifadesiyle, gelinen nokta çok tehlikeli bir nokta. Pozner Sovyet Birliği döneminde Moskova’da gazetecilik yapmış biri olarak soğuk savaşın en kötü zamanında bile bu denli tehlikeli bir noktaya gelinmediğini belirtiyor. ABD ve Rusya arasında çok derin çok kökten bir karşıtlık geliştiğini söylüyor. Ekim 1962’de Küba füze krizi döneminde, nükleer savaş gibi bir felaketin kıyısından dönülmesine imkan veren “uzlaşma” motivasyonunun neredeyse tümden yitirilmiş olduğunu düşünüyor.

Ukrayna savaşını değerlendirmeye çalıştığı düşündürücü konuşmasında Pozner, bir yandan ABD’nin kendi elleriyle Putin’i nasıl yarattığını anlatırken bir yandan da kimin haklı kimin haksız olduğunun ötesine geçerek, bu noktaya nasıl gelinmiş olduğunu anlamanın önemini vurguluyor.

Sanırım günümüzün ulusal ya da uluslararası ölçekte yaşanan birçok hayati çatışmasında ancak bu perspektifle hareket edildiği zaman, yani haklılık ve haksızlık tartışmasını paranteze alarak, olanların neden ve nasıl “olduğunu” anlamaya kafa yorulduğu zaman bir şeyleri değiştirebilmek mümkün hale geliyor.

Maksat haklılığı değil hayatı ve barışı sürdürmekse tabii.

Sevilay Çelenk’in önceki yazıları:

“Yalnız bir şey başardın, sana şarkılar yazdık”

Tahtın da bahtın da bir nihayeti var

İnsanlık Sokağı nerede?

Bu kurumlar ve bu bürokrasi nasıl normalleşecek?

Tümüyle trolleşmiş AKP siyasetinde ağa dolanmak

Gezegen öldüren kuyruklu yalanlar

Çorbayı tası bırakmışlar, naslarla uğraşıyorlar

Seviyorlar Hacı, haberin olsun!

Ama sayaç da işliyor Hacı!

Tutturmuşlar bir prompter!

Yoksa işte toplum yaşamı dediğin şey nedir ki?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.