Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Şu seçmeni bir anlayabilsek!

Dünya, kalabalık, karmaşık ve gürültülü bir yer. Ve bizim beynimiz bu kakofoniyi kaldıracak durumda değil ne yazık ki. Eğer evrim diye bir şey varsa ve insanoğlu bu evrim sürecinde bu zamana kadar gelmeyi başarabilmişse, bunu eleyebilme/filtreleme yeteneğine borçlu. Kalabalık bir salonda oturduğunuzu düşünün; bir sürü kişi konuşuyor, hatta bağrışıyor, siz yanınızdaki arkadaşınızın size olan borcunu bu ay da ödeyemeyeceğini söylediğini rahatlıkla duyabiliyorsunuz. Ya da bir alışveriş merkezinde dolaşırken aylardır ilginizi çeken kıyafetin fiyatına zam geldiğini rahatlıkla görebiliyorsunuz, yüzlerce kıyafetin arasından. Çocuk parkında oynayan çocuklar arasından düşenin sizin çocuğunuz olduğunu da kolaylıkla fark edip koşabiliyorsunuz. Bu algıdaki seçicilik hayatımızı kurtarıyor. Eğer her şeyi eşit derecede hissedebilme yeteneğine sahip olsaydık; ona harcayacağımız enerjiden yürümeye halimiz kalmazdı, durduğu yerde dinlenme anındaki metabolik enerjinin beşte birini harcayan beynimiz geri kalan enerjimizi de tüketirdi.

Öte yandan, beynimizin enerji iktisadı yaparken kullandığı tek yöntem algıda seçicilik değil. Karmaşık sorunlarla karşılaştığımızda, o sorunun her bir yanına teker teker kafa yorup, çarpsak bölsek, yine yaşayamazdık. Çünkü düşünürken çok daha fazla enerji harcıyoruz, hatta enerjimiz azalıp yorulduğu zaman da düşünmeyi bırakıp kestirmeden gidiyoruz. Bunu o kadar çok yapıyoruz ki; her şeyi teker teker ince eleyip sık dokuduğumuz düşünme biçimiyle, kestirmeden gittiğimiz düşünme biçiminin iki farklı sistem olduğunu söyleyenler var. Sosyal bilimin en değerli isimlerinden -ve Amos Tversky’nin de arkadaşı- Nobel Ekonomi Ödülü sahibi psikolog Daniel Kahneman, bu iki düşünme sistemine “Hızlı ve Yavaş Düşünmek” diyor, çok satan kitabının ismi de bu zaten. Hızlı düşündüğümüz sistem, cep telefonumuzdaki otomatik fotoğraf çekme modu gibi Instagram’da paylaşmaya değecek güzellikte fotoğrafları çok hızlı çekebiliyor. Ama eski model, babamızın kullandığı gibi bir refleks makine de bütün ayarları biz yapabilsek, çok daha güzelini çekeriz. Amaç gördüğümüz manzarayı hızla paylaşmaksa otomatik ayarlar yeter, diğeri çok zahmetli. Coğrafyamız şoförleri için vites değiştirmenin cazibesi tartışılmaz, muhtemelen de çok da iyi kullanıyorlar araçlarını bu sayede. Ancak, otomatik vitesin de otomobil kullanmaya haydi haydi yettiğini biliyoruz, zaman zaman market arabası kullanıyoruz hissi verse de. Örnekleri çoğaltmak mümkün, meraklısı kitabın kendisini okur zaten. Ancak bu hızlı ve yavaş sistemlerin birbiriyle rekabet etmediğini, bilakis birbirine destek olarak var olduğunu bilmemiz gerek. Zorlanırsak, hızlı karar alan Sistem 1’den, yavaş Sistem 2’ye geçiyoruz, bazen de geçemiyoruz. Geçemediğimiz o anda da hata yapma riskimiz artıyor çünkü dünyanın bütün sorunları hızlı düşünerek savuşturulamıyor. Bir karar alırken kullandığımız kısayollar bizi uçuruma sürükleyebiliyor.

İktisattan mülhem, hep var olduğuna inandığımız her şeyi bir bilgisayar titizliğiyle analiz ettiğini düşündüğümüz ve kendi çıkarını en fazlaya çıkartıp zahmeti en aza indirgeyeceğini umduğumuz rasyonel insan varsayımı da tam bu noktada vefat etmiş durumda. Çünkü elimizdeki insan malzemesi oldukça tembel ve iktisadı en iyi kararları almak için değil, yaşamaya yetecek derecede iyi kararlar aldığını ummak için kullanıyor. Çok kısa sürede aldığımız -bir saniyenin üçte biri bile diyen var bu süreye- kararlarla bu yaşa kadar geliyoruz. Tabii bazı kararları almak bir ömür sürebiliyor, o başka. İnsan davranışını manipule etmeye meraklı pazarlamacıların dikkatini beynin içine baktığını öne süren yöntemler çektiyse, bunun sebebi malları satabilmek için rakiplerinden çok farklı bir özelliği olduğunu göstermenin yetmediği fark etmeleri. “Alıyorum çünkü sevdim” yeni tüketicinin mottosu. Ha, neden mi sevdi, işte o muamma. Sorsanız bin tane neden sayar ancak birkaç tanesine dikkat ettiğine yemin edebilirim, gerisi “akılcılaştırma”.

İnsan bu kusurlu davranışını sadece cep telefonu alırken ya da hangi filme gideceğine karar verirken sergilese bununla yaşarız, ne kadar zarar verebilir ki. Ne yazık ki öyle değil İnsanlar bu hal ve tavırlarını daha “hayati” meselelerde, örneğin eş, okul veya meslek seçmek gibi ciddi işlerde hatta ve hatta seçimlerde oy kullanırken bile sürdürüyorlar. Siyasetçilerden siyasetçi, siyasalardan siyasa beğenmek; o kısacık karar verme anındaki karmaşadan ne kadar sağlıklı karar çıkarabilirsek, o kadar sağlıklı bir karar işte. Siyasetçileri ve partileri çikolata tasarlar gibi renk, koku, tat, ambalaj bir de cıngıl ile tasarlamaya çalışanlar olsa, seçmen bunları çok fark etmeden damgayı basıp gidiyor. Harcanan para zarara, yapılan ciro da kâra yazılıyor. Milyar dolarların harcandığı ABD başkanlık seçimlerinde bile seçmenin pek azının kararını etkileyebildiğini gösteren çalışmalar var. Seçmenin büyük bir kısmı, seçimden aylar önce kararını vermiş oluyor, o kararı etkileyen faktörler arasında yüz elli yıl önceki savaşların sonuçları bile bulunuyor.

Pekiyi, siyasetçiler hiç mi iletişim yapmasın? Seçimlerin ekonomiyi canlandırıcı etkisini kenara bırakalım –“asın bayrakları, asın!”- yapmaları lazım. Yapsınlar ki bütün insani kusurlarına rağmen seçmen kararını olabildiğince bilgilendirilmiş şekilde alabilsin, yaşadığımız hayat da kolektif kusurumuzun bir sonucu olsun. Ancak, bu iletişimi çikolatalı gofret satar gibi değil; seçmenin bütün kusurları, peşin hükümlülüğü ve önyargıları göz önünde tutarak yapmak gerek. Siyasal iletişimi, pazarlama iletişiminden farklı kılan bu, özellikle kutuplaşmış bir ülkenin kutuplaşmış kitle iletişim araçlarını kullanarak tanıtım yapmayı deneyebilecekseniz herkesin küfesinin ağzına kadar dolu olduğunu ve yeni fikirlere ve görüşlere azıcık yer kaldığını da bilmenizde yarar var. Yoksa küfe taşar, o kadar masraf da boşa gidiverir, yazık. İnanmıyorsanız, Mitterand’ı satan Fransız reklamcı Jacques Seguela’nın Türkiye seferlerini bir arşivde aratıverin.

Dünya gürültülü bir yer dedik, “canım” ülkemiz de coğrafyasından mütevellit daha bir gürültülü. Sıradan bir televizyon akşamında 60’tan fazla uzmanın -çoğu da erkek- birbirine bağırdığı sayısız tartışma programı olduğuna şahit olmuştum. Ne konuşanlar ne de dinleyiciler fikir değiştirmiyorlar zaten bu programlarda. Seçim “sath-ı mailine” girdiğimiz hatta yokuş aşağı yuvarlandığımız bugünlerde, gürültü gittikçe artacak. Üstüne, ekonomi bu kadar kötüyken, pandemi yorgunu halimizle, duymaya ve anlamaya mecalimizin de olmayacağını, kısa yollara daha fazla başvuracağımızı söylemekte yarar var, anlayışımız oldukça kıtlaşacak. Anlayışın, harcanacak paranın ve kullanılabilecek mecranın kıt olduğu bir dönemde her aklındakini masaya dökecek dahiyane iletişim stratejilerinden ziyade; kısa ve acısız, yorgun beynimizi daha fazla yormayacak ve mümkünse de nokta atışı “işlere” daha fazla yer vermek gerekecek. Sağ olsun yeni hükümet sistemimizde milletvekillerini kimse umursamadığından, bütün temaşanın cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanacağı da bilindiğinden, işe iyi bir mesajla yani adayın kendisiyle başlamakta yarar var.

Çünkü, içinde bulunduğumuz iyi/kötü kahramanlar çağında aday mesajın ta kendisi, mesajı taşıyabilecek adayı seçebilmek lazım. Hangi adayın en iyi mesaj olduğunu da papatya falı anketler söylemez, çok daha emek ve bilgi yoğun bir iş o. Biz kimiz, seçmen kim, hangi seçmen ne ister, nasıl ister; bunlara kafa yormak gerek, masabaşından olmaz. Çok kişiyi dinlemeyi, kulak vermeyi ve anlamayı; ayakkabının beş yıldızlı otel odaları haricinde tozlanmasını gerektirir. Partilerimizde bu bilgelik, bu yürek ve bu emek var mı, bilmiyorum. Üç vakte kadar, seçim gecesi öğreniriz. Bundan sonrası, eski bir deyimle, “hadi bakalım kolay gelsin!”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.