Emre Erdoğan yazdı: “Bilim” olarak iktisat dertlerimize deva olur mu?

Mayıs 2023’te yapılmasını öngördüğümüz Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine üç aydan kısa süre kala seçime giden sürece odaklanmaktan, seçim sonrasındaki fırsatlara odaklanma fırsatımız pek olmuyor. Tabii ki söz konusu bir seçimse, kimin aday olacağı -Cumhur İttifakı’nın adayı şimdiden belli- ve bu adayı seçtirmek için ne gibi stratejik akıl oyunlarına başvurulması gerektiği konuları hem daha heyecan verici hem de ülkeyi yönetmek için seçim kazanmak gerektiğinden yanıtlanması elzem. “Önce seçim kazanılsın, sonra ne yapacağına bakarız” diyenlere de hak vermek gerek.

Ancak seçimin sonuçlanmasını takiben yanıtlanması gereken bir dizi soru daha olacak, bunların en önemlisi de ülkenin nasıl yönetileceği… Muhalefete ortak bir platform oluşturan Altılı Masa’nın varmayı hedeflediği nokta belli, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, fakat yolculuk süreci henüz netleşmiş değil. Altın Post’u arayan Yason ve Argonotlar gibi “çıkalım bir yola, gerisi gelir” de denebilir, ya da uzaya mekik gönderir gibi bir mühendislik çalışmasıyla hedefe varan yol adım adım planlanır. Bu tür titiz planların başarısızlığa uğramak gibi bir kaderleri olsa da, belirsizlik içerisinde kürek paralamaktan iyi olabilir. Her hâlükârda Altılı Masa’nın yakında açıklayacağı yol haritası Meclis çoğunluğunu kazanıp kazanmamaya bağlı A ve B planlarını bize anlatacak. Ancak ne olursa olsun, ülkenin belirsiz bir süre Başkanlık Sistemi altında yönetileceği gerçeğini not edelim. Tabii Başkanlık Sisteminin kendisine özgü sorunları ve pek de yararını göremediğimiz avantajları da mevcut olmaya devam edecek.

Bu arada ülkenin çözülmesi gereken birtakım acil sorunları da var olacak tabii. Başta uğraştığımız ekonomik kriz, işsizlik, Suriye’nin kuzeyindeki varlığımız, zaman zaman alevlenen terör saldırıları, mülteci sorunumuz, kadına ve çocuğa yönelik şiddet, farklı kimliklere karşı hoşgörüsüzlük ve bir dizi acil sorun daha iktidar kim olursa olsun gündemi işgal edecek. Konjonktüre bağlı olarak bu sorunlar bazen acilleşecek, bazen de gündemden düşecek. Bu sorunların nasıl çözüleceğine dair iktidara talip partilerin detaylı programları olması âdettendir, üç vakte kadar hem Cumhur İttifakı’nın hem de muhalefetin seçim bildirgelerini öğreniriz. Altılı Masa’nın gündeminde platformları birleştirecek bir hükümet programı sunmak da var, ne kadar uygulanır bilinmez ama en azından fikir verici bir belge oluşturur. İşleri hükümet programlarını ve parti bildirgelerini incelemek olan siyaset bilimciler var, onlar o belgelerin göründüğü kadar işlevsiz olmadığını iddia ediyorlar, bir yere kadar da haklılar. O belgeler yazanların düşünce dünyasını anlamak için işe yarıyorlar ancak iktidara geldiklerinde ne yapacakları konusunda fazla bir ipucu vermiyorlar. Sonuçta siyasetçilerin en dürüst gözükeni bile verdiği sözlerin üçte ikisini tutabilmiş, Trump’ın oranıysa üçte birin altında. Yani çok da ciddiye almamak gerek…

Ülkenin en acil sorunu ekonomiyle ilişkiliyse, yani sokağa çıktığımızda herkes enflasyon, işsizlik, gıda-konut fiyatları ve benzeri geçim sorunlarından bahsediyorsa; iktidara talip lider ve partilerin bu sorunlara ne gibi çözümler sundukları ne yapacaklarının teminatı olmasa bile düşünce dünyalarının neye benzediği konusunda bize iyi bir fikir verebilir. İktidarın ne yapmayı planladığını biliyoruz, içinde bulunduğumuz ekonomik durumu bir yönetim kusurundan çok dış gelişmelerin bir sonucu olarak görmekteler, bu dışsal faktörlere çoğunlukla “dış güçlerin saldırısı” ve “komplolar” dahil ediliyor. Bir ülke saldırı altındaysa, siyasetçilerin doğaçlama yapmaları şaşırtmaz; hükümet de uyguladığı doğaçlama politikaların başarılı olacağından emin, bu politikaları uygulamaya önümüzdeki dönem de devam edeceklerini şimdiden ima ediyorlar.

Muhalefete gelince üzerinde uzlaşılmış bir iktisat politikası belgesini henüz görmüş değiliz, bazı ipuçları önümüze düşüyor. CHP’nin 3 Aralık 2022’deki etkinliğinde gördüğümüz, Altılı Masa’nın çeşitli toplantılarından sonra dışarı sızan ya da partilerin ekonomi kurmaylarının bireysel açıklamalarından öğrendiklerimizden çıkarım yapmamız mümkün. Kulis haberleri ya da Twitter odalarındaki tartışmalardan da bir şeyler çıkarabiliriz. Sonuçta, Altılı Masa’nın ekonomik sorunları çözme konusundaki temel iddiası, iyi bir yönetim biçimi tesis etmek, çünkü gelinen noktayı bir kötü yönetim sorunu olarak görüyorlar. Bir Altın Çağ olarak 2002 Derviş Reformları’na sık sık gönderme yapılıyor, şaşırtıcı değil. Hem CHP’de, hem DEVA’da Derviş Programı’nın başarısında payı olduğunu söyleyenler var. Merkez Bankası, BDDK ve benzeri kurumların özerkliğinin verilmesi, bağımsız bir planlama teşkilatının kurulması ve ekonomik kararları siyasi baskılardan ırak verebilecek bir bürokrasinin tesis edilmesi temel görüşler arasında. CHP söz konusu olduğunda bölüşüm sorunları, masanın sağına geçtiğimizdeyse büyüme sıkça tekrarlanıyor. Ancak en büyük ortak payda, ekonomiye aklı ve akılcılığı geri getirmek; ezcümle ekonomiyi siyasetten kurtarmak. Hatta “ideolojik yaklaşım” da pek sevilmiyor bu sözcüler tarafından.

Dedim ya, bu tür açıklamalar muhtemel bir iktidarda ne yapılacağından çok sözü sarf edenin dünyayı nasıl yorumladığını bize gösteriyor. Anlaşılan bu sözcülere göre dünya ikilikler dünyası, iyi-kötü, siyah-beyaz, gündüz-gece gibi keskin ikilikler dünyayı biçimlendiriyor. Bu ikilikler dünyasında akıl duyguların; bilim safsatanın ve ekonomi siyasetin karşısına konumlandırılıyor. Söylemeye gerek yok herhalde, muhalefet de iktidarın karşısında yer alırken; muhalefet sözcüleri de batıl karşısında hak tarafında yer alıyorlar. Dünyayı “Manişeist” yani “iyi-kötü” çatışması biçiminde görüp kendisini iyi-halktan yana, kötü-elitlerin karşısına koymak genelde popülistlerin âdetidir, ancak sirayet etmiş gözüküyor. Bu düşünce silsilesinde iyi bozulmamışken, kötü çürümüş ve yozlaşmış olarak sergileniyor. Ekonomi siyasetçilerin kısa vadeli yaklaşımları ve yozlaşmışlıklarıyla bozulan saf ve temiz bir halde sunuluyor. O zaman, ekonomiyi siyasetçilerden arındırmak; saflığı yeniden inşa etmek anlamına geliyor. Özerk kurumların yeniden inşası ve akılcılık iddiası bu arındırma düşüncesinin somutlaşmış hali.

Ekonominin olması gerektiği gibi saf ve temiz haline dönüştürülmesi sadece siyasetçilerden değil, ideolojiden -ki önde gelen bir ekonomi kurmayı bu cümleyi doğrudan kurdu- ve halktan da arındırılması sürecini de içeriyor. Popülistlerin tam tersini halkı “sürü”/”kitle” olarak gören bu yaklaşım, halkın kısa vadedeki taleplerinin, örneğin EYT ya da öğrenci borçlarının affı gibi beklentilerin de “çürük” bir yanı olduğu kanısında; hiç onaylamıyor. Dolayısıyla ekonomik aklın yeniden inşası sadece siyasetçilerin değil, halkın da saf dışı edilmesi anlamına gelebiliyor.

Burada ekonomistlerin çoğunun safsata karşısında bilim adına konuştuklarını da görüyoruz. Pandemi döneminde sıkça rastladığımız bir durum bu, televizyondaki her doktor “bilim” adına konuştuğunu söylüyordu, uzmanlar severler. Oysa bilim adına konuşma iddiası da bir tür safsata, bilim tek kişinin bilgisi değil, kolektif bir çabanın ürünü. Esas sorun, “ekonomi bir bilim midir” meselesi. Sorsak, bilimdir derler, ama arkası pek gelmez. Bizim uzmanlar “elbette bilimdir” diyecekler ama dünyadaki tartışma biraz daha çetrefilli. Bazıları “sosyal bilim” sıfatı yakıştırıp diğer siyaset bilimi ve sosyoloji gibi bilimsilerin yanına atıyorlar, malum sosyal olan daha aşağıda ya. Bazıları “bilim dediğin evrensel kanun koyar, var mı ekonominin kanunları” deyip astrolojinin yanına park ediyorlar. Müteveffa Friedman pozitif ekonomiyi savunmuştu, bazıları da deneysel ekonomiyi savunuyorlar. Velhasıl, bu alanda bir uzlaşma yok.

Aslında ekonominin teorilerinin ve modellerinin büyük kısmının insan inşası olduğu, doğada haliyle gözlemlenemediği göz önünde tutulursa, doğayı ne kadar iyi temsil ettikleri tartışılır. Bir bulut resmi hiçbir zaman bulutun ta kendisi olmaz, deforme edilmiş bir temsili olur. İşte o deformasyon derecesi de zanaatın zarafetine bakar, karakalem ile bulut yapmak var; Minecraft bloklarıyla yapmak var… Bana kalsa iktisatçılar bu işe kayalarla girişmişler, nüanslar o kadar gözden kaçmış. Üstelik kusurlu olarak kendinizin inşa ettiğiniz ve kendinizin kusurlu olarak ölçtüğünüz parametre ve verilerle hesaplanan ekonometri denklemleri de gerçek hayatta ne kadar karşılığı olan şeyler, tartışılır. En kötüsü, kavramların inşası ve ölçülmesi de sonuna kadar siyasi ve ideolojik; inanmayan TÜİK tarafından sağlanan verileri kontrol etsin.

Şu anda iktisatçıların cümlelerinden düşürmediği Gayrisafi Milli Hasıla kavramı Kuznets tarafından 1934’te icat edilmiş, 1944’te Bretton Woods konferansında benimsenmiş. Daha önce küresel olarak kullanılan bir kavram değil. Fiyat artışı ya da paranın değerini kaybetmesi olarak tanımlanan enflasyon kavramının icadıysa ondokuzuncu yüzyıl, oysa tağşiş kelimesi yüzyıllardır biliniyor. Sonuçta iktisat biliminin dilini oluşturan kavramların tanımı asri bir mesele; öte yandan ölçülmesi de çok daha yeni, standartlar oturmadığı gibi ölçmekle mükellef kurumların verileri biraz çarpıttıkları da biliniyor. O zaman, dünyayı temsil etmek için kullandığınız kavramlar içi boş ve hayli ideolojik ürünler ise; safsata karşısında bilimi savunmak iddiası da boşa düşmüyor mu?

Altılı Masa’nın ideolojik olarak dengesiz olduğu doğru, bir sosyal demokrat partiye karşılık beş sağcı parti var. Üstelik sosyal demokrasinin Blair ve benzerleri sonrasında neoliberalizmden zehirlendiğini de biliyoruz, o yüzden var olan adaletsiz dünya düzeninin düşünce ve eylemlerini yeniden üretmekten muaf değiller. Bu nedenle seçim sonrasına dair kurdukları dünya tahayyülünün kendiliğinden kusurlu olması da şaşırtıcı değil. Kusurlu, çünkü yaşamın gerçeklerinden çok bazı ideolojik takıntılara dayanıyor; bu takıntıların da ters tepmek gibi bir kusuru her zaman oluyor. Mike Tyson’un özlü sözü, “Burnuna ilk yumruğu yiyene kadar herkesin bir planı bulunur”, iyisi yumruk yemeden önce kâğıt üzerindeki planlardan vazgeçip gerçekçi davranmak olur, iktisadın ideolojik ve siyasi olduğunu kabul etmek de iyi bir başlangıç sayılır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.