Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Ukrayna – Afganistan değil Grozni, de Gaulle değil Allende

Şimdilik görülebildiği kadarıyla Putin’in planı, dört koldan ve yalnızca karadan değil havadan/denizden de saldırdığı Ukrayna’nın “kafasını kopartmak” yani Zelenskiy’i ortadan kaldırmak ve yerine Lukaşenko/Tokayev benzeri bir hükümet koymak. Alandaysa, Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkışını tümüyle kapatıp Odessa’yı da ele geçirmek, Dinyeper’in doğusuna, Kiev, Kharkiv, zaten idari olarak Donetsk’e bağlı Mariupol gibi yerleşim birimlerine, askeri ve sınai altyapı merkezlerine de el koymak. Eli değmişken Transdinyester’i hatta Moldova’nın tamamını da “imparatorluk topraklarına katmayı” denemesi muhtemel. Geriye, kuzeybatıda kabaca eski Avusturya-Macaristan dönemi parçayı, başka deyişle Lviv (eski Lemberg) “başkentli” ve IvanoFrankivsk-Çernivski hattını* içeren bir mini-Ukrayna veya irice-Litvanya bırakabilir; olayların akışına göre bırakmayabilir de.

Yöntemi, benim daha önce “kafesi tıkırdatmak” dediğim biçimde şakağına silâhını dayadığı Ukrayna’nın Rusya Ana’nın şefkatli (!) kollarına atılmasına, Zelenskiy’den kendi kendine kurtulmasına, bir bakıma “mevzunun sulh içinde halline” dayanıyordu. Olmadı. Olmayınca 1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya, 1979 Afganistan, 1999 Çeçenistan “formülleri” zoraki devreye girdi, giriyor. 2011 Suriye ve 2022 Kazakistan modelleri bile değil, daha yıkıcısı ve daha kanlısı. İşgal Putin’in istediği yıldırım hızıyla ilerlemediğinden, değerli Prof. Dr. Serhat Güvenç’ten ödünç alacağım deyimle hepten “kalın doğrama” yaklaşım kaçınılmaz oldu. Şeamet tellallığı olacak ama maalesef Kiev’in sonu Grozni’ye, Zelenskiy’nin sonu da Allende’ye benzeyecek gibi duruyor.

(Kaynak: Michael Kofman)

Ancak kesin konuşmak için erken. Ukrayna’nın yeniden Rus boyunduruğu altına alınmasını teminen 150.000 kişilik kara kuvveti yeterli olmayabilir. Karşı konulamaz (“overwhelming”) büyüklükte güç yığınağıyla işe başlamak Powell Doktrini idi sanıyorum. Ukraynalıların Dinyeper gibi arkasına çekilip tutacakları bir cephe hattı belirlememek ve kentlerde cephe gerisi direnişi yeterince örgütlememek gibi taktiksel eksiklikleri olduğu belirtilebilir. Bu bağlamda Batı (ABD-NATO-AB) Ukrayna’ya zamanlı-hacimli silâh yardımı yapmamakla ve özellikle ABD Başkanı Biden de en baştan askeri destek seçeneğini dışlayarak kartını açık etmekle, zımnen işgale davetiye çıkarmakla eleştirilebilir. Putin’in ise alanda şu ana dek karşılaştığı kadar direnci dahi öngörmediği anlaşılıyor.  

Putin ödeyeceği bedeli de, alacağı ödülü de, bırakacağını sandığı mirası da kendine göre ve büyük ölçüde kendi kendine belirlemiş. Kâr, zarar, maliyet hesabını buna göre yapmış, zamanlamasını seçmiş. Batı’nın Ukrayna’ya dişsiz desteğinin, muhataplarının profillerinin ve bu arada hamle yapmazsa, Ukrayna’nın kısa sürede daha sert kabuklu bir hedefe dönüşeceğinin onu cesaretlendirdiği anlaşılıyor. Yaptırımların tehdidi de, şimdi uygulanmaya başlaması da Putin’i durdurmadı, durdurmayacak. Zaten yaptırımlar SWIFT’i ve enerji sektörünü kapsamıyor. Buna karşılık küçümsemek de hatalı olur, çünkü orta-uzun erimde bu önlemler Rusya’yı da, onu yöneten oligarşik klan ile diktatörü de “parya” statüsüne indirgeyecek nitelikte. Beklenti, bir yandan fakirleşecek kalabalıkların, diğer yandan rahatları kaçacak elitlerin Putin’i Rusya’nın sırtından atmaları.  

Sözü gelmişken (ABD-AB-Britanya karma) yaptırımlarına hızlıca göz atalım: Aralarında Rus silâhlı kuvvetlerinin “sponsoru” Promsvyazbank da olan tüm büyük bankaların bin milyar dolar tutarına ulaşan varlıklarını dondurma, Rus merkez bankası ve varlık fonuna Batı’dan finansman engeli, Ukrayna’ya mali ve (nihayet) askeri yardım. Putin ve Lavrov dahil ve başta tüm Duma üyelerine yaptırım. Putin’in güvendiğiyse kasasının dolu oluşu. Rusya’nın rezervi 600 milyar dolar düzeyinde ve borcu düşük. Varlık Fonu’nda 191 milyar dolar var. Rezervleri altın ve Çin para birimine de çeşitlendirmiş. Moskova borsası toparlandı, sert düşen endeks (MOEX) 20% geri yükseldi. Petrol-gaz fiyatları yüksek seyrediyor ve dalgalanma durdu. Rublenin değeri dengelendi. Rus silâhlı kuvvetleri donanımlı, deneyimli, disiplinli; küresel sıralamada ateş gücü ancak ABD’ninkinden sonra ikinci. Üstelik Putin işine karışan olursa taktiksel nükleer silâh kullanmaktan çekinmeyeceğini örtülü de olsa açıkladı bile.   

Buna karşılık, sonuç alınsın alınmasın AB’nin yaptırım uyguladığı diğer iki lider Esat ve Lukaşenko. Putin’in kendini düşürdüğü küme bu. Stalin’lik oynamaya özenip, Lenin’i küçümseyen Putin’den ancak Brejnev’in de ikinci sınıfı çıkar. Bizdeki “güçlü lider, büyük devlet” hayranlarının sandığının aksine karşımızda devasa bir otoriter kleptokrasi var. Onun başındaki Putin de kamu kaynaklarından kendine Versay’dan büyük bir saray yaptırıp, en yakınındakileri mafya babası havasında sözlüye kaldırır gibi aşağılayarak, bunu halkına yayınlayan bir “reyis”. Denir ki İran şahı (baba) Rıza Pehlevi’ye kimse yalan söylemeye cüret edemezmiş, oğul Rıza Şah’a ise kimse gerçekleri söylemeye cesaret edemediği için devrilmiş. Putin, Ukrayna’yı yok edip, büyüklük taslarken, tasarladığını sandığı Rus İmparatorluğu’nun altına fitili yanan bir bomba koymuş olduğunun farkında değil. 

NATO’nun eski Varşova Paktı ülkelerine genişlemesini ve Ukrayna’nın anayasasına AB ve NATO üyeliği hedeflerini koymasını “stratejik hata” olarak görenler var. Onların 2014’te Rusya Kırım’ı işgal ve ilhak ettiği dolayısıyla bugünkü savaşın başladığı dönemde, aynı Ukrayna’nın anayasasında “bloklar arasında bağlantısız kalınacağı” ilkesinin yazılı olduğunu anımsamalarında yarar var. Putin’in 2007 Münih konuşmasını (arkasından Gürcistan 2008 geldi), Temmuz 2021 revizyonist tarih makalesini ve şu günlerdeki (özellikle 24 Şubat tarihli olan) tiradlarını yan yana koyun resim netleşir. Ve söylem: denazifikasyon, demilitarizasyon, neo-naziler (Zelenskiy aile büyükleri soykırımda can vermiş bir Yahudi), uyuşturucu bağımlıları, darbe çağrısı, Ukrayna’nın egemenlik hakkına sahip olmayışı, Batı’nın sapkınlık (LGBTI-Q kastediliyor) dayatması, satır aralarından sızan** bir Yahudi’nin Ukrayna’yı yönetmesinin kabul edilemezliği, NATO’nun Rusya’nın gırtlağına bıçak dayaması ve nükleer tehlike.

Bize gelince, yakın tarihimizdeki en ciddi ulusal güvenlik ve dış politika sınamasına eldeki bu iktidar ve bu muhalefet kadrosuyla yakalandık ne yazık ki. Düşünün ki, Cumartesi günü Lavrov’u arayan Çavuşoğlu, muhatabına Rusya ile Ukrayna’yı bir araya getirmeyi önerebiliyor ve bunun adı diplomasi oluyor. Oysa diplomasi ne teşrifatçılık, ne halkla ilişkiler, ne konsolosluk hizmetleri demek. Kadro bu ve kasa (“war chest”) da boş hatta ekside. Bir başka grup ise “savaşa hayır” diyor. Şu anda Ankara veya herhangi bir ilgili başkentte bir strateji planlama toplantısına katıldığınızı ve söz size verilince “ben ‘savaşa hayır’ diyorum efendim” dediğinizi düşünün. ABD, bu defa doğru bir iş yapıp, istihbarat raporlarının gizliliğini anlık kaldırıp, paylaştı. Koro çıktı: Powell da BMGK’da yalan söylemişti; emperyalizmin kara propagandası. Başkaları bağıra çağıra gelen işgali ıskalayıp, Rusya’yı ve Ukrayna’yı ne denli iyi tanıdıklarını öne çıkardı. Diğerleri, Putin’in Donbas’tan öteye geçme niyeti olmadığını varsaydı.  Hepsi şimdi bir ağızdan “biz öngörmüştük böyle olacağını” diyorlar.

Doğru, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün üç daimi dış politika talimatından biri “Rusları tahrik etmeyiniz” idi. Ancak büyük Atatürk “her daim Rusların kayığında kürek çekiniz” yahut “Rusya’yla kol kola giriniz” buyurmamışlardı. Cumhuriyetin öncülü Osmanlı İmparatorluğu Rusya ile oniki kere savaştı, hep yenildi. Tek istisnası, Britanya ve Fransa müttefik olarak kazandığı 1853-56 Kırım Savaşı’ydı. Türkiye’nin çökmesinin jeopolitik denge açısından önemi anlaşılmış ve sonuçta Avrupa Uyumu’nda (1856 Paris) yerimizi almıştık. Atatürk’ün döneminde üç diplomatik zafer vardı: Lozan, Montrö ve Hatay. İzleyen dönemde İnönü’nün başarısı Türkiye’yi II. Dünya Savaşı’nın dışında tutabilmekti. Yineleyelim: Putin saatleri 1997’ye değil 1945 Yalta düzenine geri döndürmeye çalışıyor. Oradan ileri saralım: Nihayet, 1952’de NATO üyeliğimiz.

Bugünkü dünya da, bugünkü Türkiye de o günkü değil, kabul. Yine de bunları aklımızda tutarak gelelim Montrö ve boğazların Rus savaş gemilerini kapatılması meselesine. “Avrupa” için stratejik özerklik gündemde. Türkiye de haritayı gösterebilir. NATO’nun ikinci büyük ve 30 üye arasında somut katkı yapan yedi üye ülkeden biri olan askeri güç olduğunu anımsatabilir. Savunmanın pratik yolunun belirli bir ufukta AB ile NATO’nun “evlendirilmesi” olduğunu işaret edebilir. Vize serbestisi ve gümrük birliği güncellemesi gibi sürüncemedeki konulara değinebilir. ABD’ye de, AB üyeliği konusunda destek ve F-16 alımı/modernizasyonunda anlayış talebini gündeme getirebilir. Sonuçta Montrö’ye değinerek boğazları kapatma iradesini dile getirebilir.

Tüm bunlar olur mu, olur. Olurdu da eğer cumhuriyetimiz Kavala ve Demirtaş’ın rehin tutulmasında billurlaşan anti-demokratik semptomlarla kanıtlanan hastalıktan muzdarip olmasaydı, bunların tamamı en ikna edici biçimde ait ve parçası olduğumuz Batı’ya anlatılabilirdi. O zaman ve siyasi irade varsa, risk analizi doğru yapılırsa, atılacak somut adımlara karşılık gelecek somut getiriler güvence altına alınırsa: Boğazlar da kapatılır, olmadı trafik de yavaşlatılırdı. Ukrayna’ya havadan, karadan, denizden silâh yardımı da yapılırdı. Kapalı veya açık eğit-donat ve özel harp desteği de verilirdi. Sonunda iş elimizde patlayan S-400 hava savunma sistemini tutup Ukrayna’ya sevk etmeye dek vardırılabilirdi.

*Tesadüf: İkinci tayin yerim Stokholm’dan 2000 yılı yaz sonunda Ankara’ya otomobille dönüşümde, doğrudan feribotla Gdansk’a geçip, Polonya-Ukrayna sınırında bir benzin istasyonunda geceledikten sonra sözünü ettiğim hattı takip ederek, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Kapıkule’ye varmıştım.

**Siyon Liderlerinin Protokolleri’nin 20. yüzyıl başından Rusya’dan çıktığını anımsayalım.

***Tuna ırmağı deltasında karadan 45 km açıktaki Antik Helen mitolojisinde de yeri olan Yılan Adası, yakın tarihte yazıda sözkonusu 1856 Paris Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’na bırakılmıştı. 1878 Ayastefanos Anlaşması’yla Romanya’ya geçen ada, I. Dünya Savaşı’nda 1916’da Midilli/Breslau tarafından bombardıman edilmişti. 1948’de SSCB adayı Romanya’dan koparmış ve gözleme/dinleme üssü yapmıştı. 1991’de SSCB dağıldığında Romanya adayı yeniden sahiplenmek istemiş ancak 2004’te NATO üyesi olurken Ukrayna’ya bırakmak zorunda kalmıştı. İşte 24 Şubat’ta izlediğimiz Rus savaş gemisinden yapılan “teslim olun” çağrısı ve adadaki 13 Ukrayna askerinden gelen “siktirin gidin” yanıtı sonrasında gemiden açılan ateşle tamamının öldürülmesi üzerine kısaca hafıza tazelemek istedim.   

Aydın Selcen’in daha önceki yazıları: 

Ukrayna – Çıkan kısmın özeti

Ukrayna gitti, gidiyor…

IŞİD liderinin ortadan kaldırılmasının düşündürdükleri

Ukrayna, dış politikanın kendine gelme fırsatı mı?

Hangi cumhuriyet, hangi muhalefet, hangi sağ?

Hristiyan demokrat oluyor da, Müslüman…

Dünyaya bakış 2022 – Nereden soru çıkar?

Dış politikada 2021 – Bir bilanço denemesi

Adam kazandı

Dışişleri – Cepheden cepheye, zaferden zafere…

Kutuplaşma mı, gözü yaşlı kucaklaşma mı?

Casusluk nerede başlar, hukuk devleti nerede biter?

Demokratikleşmenin barometresi dış politikada da helâlleşme

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.