Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Bekle bekle nereye kadar, bugünü kim örgütleyecek?

İngilizce’deki “procrastination” kelimesini ilk duyduğumda, “Amanın bu ne, nasıl söylenir bu kelime?” demiştim kendi kendime. Çok ciddi bir görünümü vardı. Gayet yaygın ve bulaşıcı bir insanlık halinden çok, ağır bir teoriyi andırıyordu sanki. Hiç gelmez bana öyle kelimeler, direkt etraflarından dolanırım. Haliyle kelimeyi öğrenmek için anlamına da bakmak gerekiyordu. Güldüm, içimden, “söylenilmez yaşanır bu” dedim. Öğrenme sürecim böyle biraz. Bir şeyi aşırı ciddiye aldığımda öğrenemiyorum. O şeyle, genellikle içimden şakalaşacak özgüveni edindiğimde kendimi öğrenmeye başlamış sayıyorum. O şakayı başka şakalara eklemeye koyulduğumda taşlar kendilerine bir yer bulur gibi oluyor. Tabii yapının tamamen dağıldığı durumlar da var. Olmaz mı? Tabii ki dağılanların kalıntıları, yerinde duranları gölgede bırakacak kadar büyük. Dışardan işkolik, ciddi ve sıkıcı biri gibi görünsem de, çalışmayı değil ama ders çalışmayı bunca sevmemin sebebi bu. Uzayıp giden, birbirine eklenen, derken bozulan şakalaşmalar sayesinde ders çalışmaktan sıkıldığım vaki değil henüz. Dışardan izleyen biri beni rahatlıkla kendi kendime konuşurken, gülerken, tabii ki küfrederken görüp delirdiğime kanaat getirebilir. İyi ya, daha ne isterim? Kütüphaneler yerine kalabalık ve gürültülü kantinlerde çalışmayı da bu yüzden severim. Ay nasıl özledim!

Ne diyordum? Procrastination. Nasıl da ağırbaşlı, tumturaklı, karizmatik bir kelime değil mi ? Oysa basbayağı bugünün işini yarına ertelemek demek. Latince “procrastinat“tan geliyormuş. Pro– ön eki nakletmek, sevk etmek, sonraya bırakmak gibi anlamlara geliyormuş böyle kullanıldığında. Crast yarın demekmiş, ama -crastinusgibi kullanılınca “yarının, yarına ait” anlamına geliyormuş. Demek ki bu pek havalı kelime herhangi bir şeyi, mesela bir işi, yarının kılmak, yarını o şeye sahip atamak gibi anlamlara gelebilir. Ah be! Yarın da ne güzel bir kelime değil mi? Işımak, aydınlanmak anlamındaki “yaru”dan geliyormuş. Biraz zorlayınca, procrastination kelimesi şiirsel bir içerik kazanıyor. Bakınız: “İşi aydınlığın kılmak.” Neden olmasın? Ayrıca, hiçbir şey karanlıkta kalmasın, her şey aydınlığın olsun, karanlık çulsuz kalsın. Değil mi ama? Karanlık, aydınlığı beklemek, işleri ışığa havale etmek için bir durak olsun yalnızca. Bizim işimiz de karanlığın eline düşmüş şeyleri aydınlığa ait kılmak olsun. Bakın bu ertelenemez bir iş. Hemen yapmamız lazım bunu. Yani bugün ve şimdi yapmamız gereken tek bir şey var o da bugünün karanlığında yapılacak şeyleri aydınlığa, yani yarına ait kılmak. Şu halde biz daima zaten yapılması gerekeni yapmakta olanlarız.

Erteleme siyaseti

Peki ama, sözlükler neden bir dizi mendebur sözcükle karşılamışlar procrastination‘ı: “Geciktirme, oyalanma, atalet, ertelemecilik, savsaklamak, ertelemek… “ Her bir karşılık nasıl da çirkin, nasıl da iç daraltıcı. Mesela, ücretli bir çalışanım, patronum kasada para yok, senin ücreti iki hafta sonranın kıldım, diyor. Ev sahibim, hele elektrik idaresi, gaz idaresi vs. bekler mi aydınlığı? Ülkenin idarecileri, “şimdi sıkın dişinizi, yarın şahlanacağı, hatta hep beraber aya gezmeye gideceğiz” diyorlar. O idarecilere muhalefet edenler, “Hele bir durun, vakti gelsin, hep beraber göndereceğiz onları meçhule” diyorlar. Ertelendikçe içimiz daralıyor. Yarınlar, teker teker bugün oldukça alışıyoruz sanki karanlığa. Müşterek işimizi yarının kıldığımız her gün karanlık bir bugün oluyor, o yarın da nasılsa bir türlü gelmiyor.

Sizi bilmem, kendi adıma konuşayım. 2013’ten beri kendimi sürekli yarına bırakılmış bir iş gibi hissediyorum. Bekle, bekle, bekle… Kıştan sonra bahar gelecek, bekle! Her şey çok güzel olacak, bekle! Neyi bekliyoruz peki? Seçimi bekliyormuşuz. Kaç yıldır kazanacağımızı umduğumuz ne seçimler bekledik, hızla eskimiş yenilgilere dönüştüler. Biz seçimlerimizi yapıyoruz ama sonuç bir türlü hayal ettiğimiz gibi olmuyor. Ne hayali be? Hep bir öncekinden kötüsüne talim eder halde buluyoruz kendimizi.

Bu defa daha bir sabırsızlıkla bekliyoruz sanki, haksız mıyım? Muhalefetin kazanma ihtimali giderek yükseliyor. Fakat ne yazık ki bizi sabırsızlandıran şey bu değil. Takatimiz kalmadı, sabırsızlığımız ondan. Zira farkındayız kimsenin kazanmak için özel bir çaba sarf etmediğinin. Vaziyetin olağanüstülüğünün ayırdında değillermiş gibi davranmıyorlar mı sizce de? Bir tür ağırdan alma durumu yok mu hallerinde? Ayrıca sanki biraz hafife de alıyorlar iktidarda kalmak için her türlü çareye başvuracağı çok belli bir talan ekibinin yapabileceklerini. Eminim mesaileri çok yoğundur, pek çok işle ve birbirleriyle uğraşıyorlardır. Bizi, hepimizi ertelenmiş bir devasa işe dönüştüren de bu ne hakkında olduğunu bilmediğimiz uğraşları. Biz yarının aydınlığına erteleniyoruz. Ama, ama değil, bu yüzden yaşadığımız her bir gün öncekinden karanlık. Geçen gün bir arkadaşım aynen şöyle aktardı vaziyeti: “Yalnız o değil de çok ihtişamlı yoksullaşıyoruz.” Beklemek bizi yoksullaştırmakla kalsa, hadi neyse, ne yapalım, çekilecek çilemiz varmış, derdik. Ama yarını da karartıyor.

Şimdilik muhalefet, tabii ana akım muhalefetten bahsediyorum, hepimiz gibi bekliyor. Bizim her bir bugünümüzü, kendi yarını olmak üzere öğüten iktidar kendi olanaklarıyla düşecek olduğu yerden bu gidişle. Yani paşa gönülleri isteyecek de kalkacaklar oturdukları yerden. Biz de ansızın kendilerini “dün” olmuş görecek ve sevinci arş-ı alâya çıkartacağız. Muhalefet şimdilik bunu vaad ediyor yakın yarınlar için. Uzak yarınlar için ne vaad ettiklerini ise henüz bilmiyoruz. Bilsek deriz ki, sayılı gün, çabuk geçer. Ama bilmiyoruz, bizden özenle saklıyor ya da üzerine düşünmeyi erteliyorlar onlar da. Yalnız kimsesiz değil, zamanı da elinden alınmış, çalınmış halde bozkırın orta yerine terk edilmiş gibiyiz.

Bugünü ne yapmalı?

Oysa bugün ne kıymetli bir zamandır. Başka günümüz yoktur zira. Ne dünü geri çağırabiliriz, ne yarını bir gün erken gelmeye ikna edebiliriz. Hepi topu bugün var elimizde. Yazık ki ümidini bugünün geçiciliğine bağladı pek çoğumuz ne zamandır. Kalınası gibi de değil hakikaten bugün. Geçsin gitsin bir an önce. Hem kimin hangi bugünde kalakaldığı görülmüş ki? Öte yandan bugünü dün yapmanın türlü çeşit yolu var. Örneğin, önceki günün hasarını gidereceğimiz yarınları örgütleyebiliriz bugünde. O zaman bugün olanca geçiciliğiyle bir anlama kavuşmuş olur. Bugünkü hallerinde sabitlenmek isteyenler için de ibretli bir düne dönüşür hızla.

Erken seçim ihtimaline paye verenler en geç sonbaharda olacak diyorlar. Olmayacaksa 2023’ü bekleyeceğiz. İktidar mahfilinin de bu konuda bir fikri olduğunu sanmıyorum. Her zamanki gibi topun gelişine göre ayarlayacaklar pozisyonlarını. Her iki durumda da toplumun kendisini AKP sonrasına hazırlamak için vakti daralıyor. Sokaklar yarına ertelenmekten yorulmuş emekçilerle dolu. İşi ele alıp yarını bugünden örgütlemeye başladılar bile. Sokağın siyasetlerinde yeri olmadığını söyleyen politikacılar çokça pişman olacaklar gecikmişliklerine. Ana akım muhalefet sözcüleri geçen seneye kadar ne zaman ağızlarını açsalar toplumun sessizliği ve kabullenmişliği yüzünden ellerinin bağlı olduğunu söylüyorlardı. Siyasi retoriklerini, “siz bundan daha iyisine layıksınız, canımız halkımız” üzerine kurmuşlardı büyük ölçüde. Şimdi, onlara reva görülenden çok daha iyisini hak ettiklerini bilen insanlar, sokaklardalar ve mecbur bırakıldıkları hayattan daha iyisine layık olduklarını bizzat söylüyorlar. Muhalefetin, siyaseti hep sokakla birlikte yapagelmiş her zamanki simaları dışında kimse yok yanlarında.

Peki, sokağa çıkmayanlara, çıkmayın bekleyin dediklerine bugünü kıymetli kılacak bir uğraş veriyor mu ahaliye beklemesini söyleyen siyasetçiler? O da yok… Herkes adına her şeyi yapayım derken paralize olup hiçbir şey yapamayan bir işgüzarlıkla siyaset yapıyorlar şu anda. Biliyorsunuz, ertelemeciliğin başlıca sebeplerinden biridir bu. Başıma sıkça geldiği için iyi biliyorum. O kadar çok iş üstlenir ve kimseye hayır diyemezsiniz ki, kilitlenir kalır ve hiç olmayacak işlerle meşgul olarak, asıl yapmanız gereken şeylerin vicdanınızda birer yaraya dönüşmesine izin verirsiniz. Oysa ana akım muhalefet iş yükünün bir kısmını toplumla ve ana akımın dışında kalan siyasi parti ve oluşumlarla paylaşabilir. Müzakere başlıklarını açıp, kim neresinden tutmak ister, diye sorabilir herkese. Her zamankine benzemeyen bir durum var önümüzde. Elbet birbirimizle yarışacağımız zamanlar da gelecek ama şimdi, bugün o günleri hazırlamak üzere işbölümü yapmamız gerekir, diyebilir. Yarından sonra kimin hangi pozisyonda olacağı üzerine kurulmuş bütün planları yıkacak kabiliyete sahip iktidar mahfili. Başka hiçbir becerisi yok, çünkü yıllardır bu dersten gayrısına çalışmadı. Bina okudu, döndü döndü gene okudu. Fakat iktidarın başa çıkamayacağı şeyi de iyi biliyoruz; siyasi dayanışma. Gördüğü yerde sinirleri yay gibi geriliyor ve bozgunculuk yapmak için denemedik yol bırakmıyor.

Gerçekçilerin romantikliği

Yapmayın, şöyle bir ortamda ne dayanışması, diye çıkışacak olan gerçekçileri aşırı romantik bulduğumu itiraf etmeliyim. Ellerinde sihirli formüller olduğunu, insanların onlardaki bu formüllere güvenerek müşterek geleceklerini kurtarabileceklerini, tek sorunun bu formülleri kalabalıklara duyuramamak olduğunu, çünkü iktidarın bütün kanallara el koyduğunu söylüyor ya da ima ediyorlar. Bu öykü örüntüsü “kahramanın akamete uğramış yolculuğu” şeklinde senaryolaştırılabilir, zira hayli popüler. Kulağa romantikmiş gibi gelen sınıfsal ve siyasal dayanışma ise henüz layıkıyla denenmemiş bir yol olarak kenarda duruyor. Yok mu onun da civarında dikenler, orasında burasında ağır ve sivri kayalar? Olmaz mı? Bakımı sürekli ertelenen bir yol olduğu için, iyice bir elden geçirilmesi gerekiyor. İyi de zaten kim söyledi ki bu yolun kolay olacağını?

Sokaklar bıçağın kemikte olduğunu, kimsede sabır kalmadığını söylüyor her haliyle. Tamam istemiyorsa sokağa çıkmasın ana akımın aşırı gerçekçi siyasetçileri, sanırım çok heyecan yaratamamaktan korkuyorlar. O halde yarını bugünden örgütleyeceğimiz yapı eskizleri sunsunlar bize. Konuşacağımız, tartışacağımız başlıklar açsınlar. Siyaseti insanların gönüllerini onlara bir şeyleri hiç de istemedikleri halde kabullendirerek hoş etmek zannettikleri için yapmıyorlar bu işleri. Dayanışmaya da aynı sebeple inanmıyorlar. Profesyonel siyaset hayatları insanlara inanma hasletlerini ellerinden aldığı için.

Her yeni gün hızla bugün oluyor. Işığa, aydınlatacak yarın kalmıyor. Yarının ancak bugün yapılan işlerle kurulacağının ayırdına varması gerekiyor siyasetçilerin. Bunu yapmadıkça dünde kalıyorlar.

Ayşe Çavdar’ın önceki yazıları:

Geleceği bir şenlik gibi kurmak

Ne hükümrân kalır ne zulüm ne de kin

Enes’in muhalefeti

Krizde asılı kalmak ya da umut yöntemi

Nedir ki bir üniversite – Cübbeler, postallar ve kilitler

E bu muhalefet daha ne yapsın – Birkaç somut öneri

Ortak bir şeyleri kalmayanların ortaklığı

Hayaller, gerçekler ve vazgeçmeyenler

Krallar, istatistikler ve Mahruze Teyze

İyi haberlerin adresi – Sıkıcı veriler

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.