Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Merkez Bankası’nın faiz politikası kur istikrarına bağlı

Uzun zamandır dünya ekonomisi ciddi bir enflasyonist sürecin etkisi altında. Koronavirüs salgını sonrası dönemde ekonomik canlanmanın yarattığı talep artışları, beraberinde üreticilerin talepteki bu artışa cevap verememesi bu süreci tetikledi. Ancak salgın süresince gerçekleşen likidite artışının körüklediği talep de küçümsenmeyecek katkılarda bulundu. Ancak çok daha önemlisi, bu enflasyonist sürecin varlık fiyatları üzerinde yaptığı etki de bir başka endişe kaynağı oldu. Tüm bunlar uluslararası likidite pozisyonunda “sıkı” bir duruşa duyulan ihtiyacın artmasına yol açtı. Zaten bu hafta FED de bu beklentiler doğrultusunda politika faizlerini 0,25 puan arttırdı. Biz ise sanki bu risklere maruz kalmıyormuş gibi faizlerimizi sabit tutmayı tercih ettik.

Tüm dünya gibi, biz de dünyadaki bu enflasyonun etki alanı içindeyiz. İthalata bağımlılık düzeyimizin yüksek olması, dünyadan satın aldığımız mallarla birlikte bu enflasyonu da ithal ettiğimiz inkâr edilemez. Bu tarz “ithal enflasyona” merkez bankalarının yapabilecekleri pek bir şey yoktur. Ancak dünya fiyatlarını yurtiçi piyasalara yansıtırken, dikkate alınan döviz kurlarında sağlanacak istikrarla kontrol etmek mümkündür. Kurlarda istikrarı sağlayabildiğiniz ölçüde, yurtiçinde dünyadaki enflasyonun etkilerinin yansımasını sınırlayabilirsiniz. Burada asıl mesele kurlarda istikrarın nasıl sağlanacağıdır.

Uzun süredir Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) kendisi olmasa bile, kamu bankaları eliyle döviz piyasasına müdahale ederek (çoğunlukla da satıcı olarak) kurları mevcut seviyelerinde tutmaya çalışıyor. Bu müdahalelerde kullanılacak para ise, bankanın olmayan rezervleri aslında. Bir bakıma bunlara borçlanarak yapılan müdahaleler denilebilir. Malum “swap” ile elde edilen imkânlar kullanılıyor.

Konunun şu an için sorun teşkil eden ve belirsizlik oluşturan tarafı ise döviz talebinin kontrol edilebilmesidir. Döviz talebinin en önemli kısmını ithalat için talep edilen döviz oluşturuyor ki bunun yansımalarını biz cari açık rakamlarından takip edebiliyoruz. Ocak ayı rakamları dikkate alınırsa, bu konuda durumun çok da parlak olmadığı ve rekor düzeyde bir cari açık rakamına maruz kaldığımız ortaya çıktı bile. Bunun kısa dönemde kontrol edilebilmesinin yegâne yolu ise ithalat talebini azaltacak olan daha düşük bir büyüme oranının tercih edilmesidir. Ancak bu konuda iktidar temsilcilerinin ikna olması gerekiyor. Ülke seçim sürecine giderken, kanımca onlar şanslarını bu şekilde denemek istiyorlar.

Döviz talebini oluşturan ikinci neden ise TL cinsinden mali varlıkların getirilerinin enflasyon karşısında erimesinden rahatsız olan ve kendilerine güvence arayan tasarruf sahiplerinin döviz talepleridir. Bu ithalatta veya herhangi bir ekonomik işlemde kullanmak için oluşan bir talep değildir. Sadece ekonomide oluşan bir güvensizliği ve satın alma gücünde oluşan erimeyi önlemeye yönelik çabalardır. TL faizleri enflasyonun altında belirlenirse, elbette vatandaş da varlıklarını TL olarak tutmaktan kaçınacaktır.

Aynı zamanda bu tarz spekülatif döviz talebi, içeride veya dışarıda iktisadi statükonun değişmesi ve/veya şoka maruz kalması durumunda, bir panikle tetiklenebilir. Bunun en son örneğini 20 Aralık 2021 günü öncesinde yaşadık ve dolar kurunun 18 TL’yi aştığına şahit olduk. Bu panik havası ancak vatandaşın maruz kaldığı risklerin hazine tarafından devralınması sayesinde kontrol altına alınabilmiştir.

Şu ana kadar başarılabilinen sadece panik havasının gidermek ve bu şekilde oluşacak döviz talebini kontrol etmek. Ancak hali hazırda varlıklarını döviz olarak değerlendirenlerin TL’ye yönelimi konusunda arzu edilen sonuçlar elde edilebilmiş değildir. Her ne kadar kur korumalı mevduat uygulaması ve türevleri uygulamaya konulsa da vatandaşın bunlara talebi sınırlı düzeyde olurken, tasarruf sahiplerinin TL’ye dönüşü ek birtakım imkânlar (vergi muafiyetleri gibi) verilmesiyle sağlanabilmiştir.

Şimdi bu gerekçeleri dikkate alarak, Türkiye ekonomisinin döviz talebi doğuran etmenler bakımından mevcut durumunu değerlendirmek için şu üç grafikteki gelişmelere bakmakta yarar var. Kanımca TCMB’nin mevcut parasl duruşunun sorun teşkil etmemesi için, bu grafiklerde ele alınan verilerin gelecek dönemlerdeki gelişmelerinin yakından takip edilmesi gerekmektedir. Bu göstergelerin başında enflasyon gelmektedir.

Enflasyondaki gelişmeler maalesef endişe edilmesi gereken düzeylerde seyrediyor. Ancak yetkililer bizimle benzer endişeleri paylaşmadığı gibi, yaz aylarından itibaren enflasyonda ciddi düşüşler yaşanacağını ümit etmektedirler. Şu andaki gelişmeler itibariyle 2021 Kasım ve Aralık aylarındaki rekor artışlar Grafik 1’de dikkat çekmekte. Dahası bu artışlarda hanehalklarının toplam harcamalarının en az dörtte birini oluşturan gıda harcamalarının büyük paya sahip olduğu inkâr edilemez. Gıdada son zamanlarda yaşanan enflasyon Türkiye ekonomisi bakımından yapısal bir sorun oluşturup, TCMB’nin kontrol edebileceği bir enflasyon değildir. Dolayısıyla bu alanda yaşanacak düşüşün, yapısal tedbirlerle alakalı olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek.

Bu bilgiler döviz talebi için önemli bir girdi oluşturan enflasyonun, yani satınalma gücündeki düşüşün, tasarruf sahiplerinin yüksek (en azından enflasyonun üzerinde) getiri arayışlarını hızlandıracaktır. TL faizlerin düşük seyrettiği bugünkü ortamda, bunu göz daima önünde bulundurmakta yarar var.

Mevcut modelin sürdürülebilirliği bakımından gözlemlememiz gereken bir diğer veri ise toplam mevduatın kompozisyonundaki değişimdir. Vatandaşın mevcut ekonomiye güveninde ve TL getirilerin kur riskinde ve enflasyondaki artışa bağlı olarak bu kompozisyonda değişim yaşanabilmekte. Grafik 2’de görüldüğü gibi, vatandaş mevduatının önemli kısmını döviz olarak tutmakta; bu da TCMB’nin para politikasının kapsamını azaltmaktadır. 20 Aralık 2021 sonrası yaşanan düşüşün nedeni, büyük ölçüde piyasalardaki histerinin giderilmesi ve kur korumalı mevduat ve benzerleriyle kur riskini mevduat sahibinden hazinenin üzerine yüklenmesi olduğu bilinmektedir. Ancak bu uzun süre korunabilecek bir pozisyon değildir. Ortaya çıkabilecek herhangi bir dışsal şok bu pozisyonu döviz lehine bozacaktır. Bundan kısa dönemde kaçınabilmenin yolu TCMB’nin ekonomik koşullara uygun para politikası belirlemesi ve benzer merkez bankaların yaptığı gibi faizleri enflasyonun üstündeki seviyelere kadar artırmasıdır. Ülkemizde siyasi olarak bunun yapılabilmesi zor görünmekte ve bu yüzden de ekonomi her türlü dış şoka açık, korumasız hale gelmektedir.

Kur istikrarını tehlikeye sokabilecek ve bir bakıma ekonominin net döviz ihtiyacı bakımından fikir verebilecek bir bilgi de Grafik 3’te görülmektedir. Aylık olarak döviz kullanımı bakımından cari açık verisini dikkate alırsa, son aylarda cari açıktaki artışlar dikkate çekmektedir. Bu aynı zamanda ekonominin döviz talebinde bir artışa işaret etmektedir. Finansal hesaplardan temin edilen sermayenin şimdilik yeterli olduğu ama bunun gök istikrarlı bir trend göstermediği anlaşılmaktadır. Mavi ile gösterilen cari açık düzeyi, ülkenin döviz ihtiyacının düzeyi hakkında fikir vermektedir. Finansal hesaplar negatif olarak kayıt edilirken, aşağıya doğru hareketi ülkenin yükümlülüklerindeki artışı (yani ülkeye giren sermayeyi) işaret etmektedir. Tersi durum ise yükümlülüklerdeki azalışı (ülkeye giren sermayedeki azalmayı) gösteriyor. Pozitif olması ise, dışarıya sermaye kaçışı olarak yorumlanabilir.

Grafik 3’te görüldüğü gibi, cari açıkta 2021 yılının kasım ayına kadar gözle görülür bir azalma dikkat çekerken, kasım ve aralık aylarındaki yavaşlama dikkat çekmektedir. Bu aslında iktidarın pek de arzulamadığı bir gelişmedir. Cari açığın sonraki dönemlerde aşağıda doğru artması öncelikle bu modelin başarısızlığı olarak değerlendirilebilir.

Benim açımdan bu üç gelişme, bugün uygulanan faiz politikasının ana performans ölçüleridir. Tekrar etmek gerekirse, enflasyon konusunda durum iyi değil. Ama Sayın Maliye Bakanı beklememizi söylüyor ve onun iyi niyetli beklentilerini hepimizin benimsemesini arzuluyor. Bu konuda sonuçları bekleyip hep birlikte göreceğiz.

Ama vatandaşın tedirginliği hala yüksek ve TL’ye dönüşü çok yavaş. Bu da büyük ölçüde enflasyondaki gelişmelere bağlı diye düşünüyorum. Ancak cari açık ve bunun finansmanı açısında da Grafik 3’e göre temkinli olmanın gerekliliği ortaya çıkıyor.

Genel olarak değerlendirirsek, ekonomide işler iyi gitmemekle birlikte, Sayın Bakanımız kendisine kredi verilmesini istiyor. Tabii bizim verdiğimiz kredinin bir önemi varsa. Son zamanlarda Ukrayna-Rusya arasındaki savaş Sayın Bakanın gözlerinin ışıltısının sönmesine neden olsa da genel durumumuz “iç güveysinden hallice” olarak değerlendirilebilir. Sanırım en son aldığı faiz kararıyla TCMB de bu duruma güveniyor.

Nereye kadar? Sanırım bunu görmek için beklememiz gerekecek.

Öner Günçavdı’nın önceki yazıları:

“Beşli çete”

Küreselleşmenin yeni yüzü doğarken

Çanlar Türkiye ekonomisi için çalıyor

Bugünün üniversiteleri

Siyasi çıpalar ve enflasyonla mücadele

Ekonomide uluslararası camianın bir parçası olmak

Para otoritesinin enflasyona bakışındaki değişim

Muhalefet ekonomide ne yapmak istiyor? Gözlem ve içe dönüş

Türkiye’nin refah arayışı ve siyaset

İki bin yirmi bir

AKP’nin kendi tabanına ihaneti

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.