Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı – “Daha az kazanmak için daha çok çalışmak”: Gölgede kalamayan kuryeler

Lysiane J. Badu’nun kaleme aldığı “Travailler Plus Pour Gagner Moins: La Menace Wal-Mart” (Daha Az Kazanmak için Daha Çok Çalışmak: Wal-Mart Tehlikesi) kitabı çok önemli tespitlerle dolu. Badu’ya göre kapitalizmin üretim ve kâr elde etme ilişkileri her dönemde değişmektedir. Ve bu ilişkiler ağı bulunulan dönemin bir şirketinde cisimleşir. O şirketin varlığı kapitalizmin o dönem için amblemi haline gelir. Diğer bütün şirketler de öyle ya da böyle o amblem şirketin başarısını taklit eder, onunla yarışır, onunla yarışırken ona benzer ve böylece amblem şirketin yansıttığı ilişkiler ağı döneme damgasını vurur.

Badu 1920’ler ve 1930’larda bunun ABD’de General Motors olduğunu söyler. Bu şirket kitle üretimi, üretimin fabrikada yapılması, işçilerin disiplin altında çalıştırılması, dahası işçilerin kendi üretebildiği ürünleri alabilmesini gerektiren bir üretim ağına sahipti. GM’nin üretmesi hem de çok üretmesi gerekiyordu, elbette servet ve sosyo-politik güç için. Ancak bunu satması da lazımdı. O yüzden üretim merkezli bu sisteme müşteri gerekiyordu. İşçilerin ücreti yüksek olursa üretimin ikinci ayağı yani satışlar da mümkün olabilirdi. Bu açıdan sendikalar şirketlerin çıkarlarına tamamıyla zıt bir çizgi izleseler de bu pragmatik ve gerçekçi talep karşısında tehdidi fırsata dönüştüren ve tolere edilebilir yapılardı. Zannediyorum kapitalizmin bu modelini Türkiye 60’lar ve 70’lerde yaşadı.

Ancak 80’ler ile birlikte teknolojinin de yardımıyla kapitalizmin geçirdiği dönüşüm toplumu başka bir noktaya getirdi. Badu’nun da örnek verdiği üzere, ABD’de yeni dönemin amblematik şirketi Wal-Mart olmuştur. Her şeyin satıldığı, bütün bilgilerin anlık olarak kaydedildiği, üretimden ziyade dağıtımın önemli olduğu bir ilişkiler ağıydı bu. Üretime ya da fabrikada üreten işçiye ne oldu peki?

Kapitalizm ağırlık noktasını değiştirirken bu durum çalışma koşullarına ve işçilerin yaşamlarına da yansıdı. Üretimde artan otomasyon, çalışan işçilerin toplam ağırlığındaki payını da azalttı. Artık servet ve sosyo-politik gücün yolu sadece üretmekten geçmiyordu. Tüketim dahası hızlı tüketim esas haline geldi. Ağırlık noktası da buraya kaymaya başladı. Bu ise kendi ilişkiler ağını, değerlerini ve yeni bir sosyal hayatı gündeme getirdi.

Artık üretim değil hizmet & dağıtım konuşulmaya başlandı. Tüketime dolayısıyla servete açılan kapı buradan geçmeye başladı. Artık işçilerin 8-5 arası disiplinli çalışmaları ve disiplinli hayatı geçer akçe değildi. Her an, her yerde ve hızlıca çalışabilen işçiler aranır oldu. Fransız filozof Paul Virilio hız kavramının öneminden bahsederken son derece yerinde dokunuşlar yapmıştı. Ve hangi kitapta okuduğumu hatırlayamamakla birlikte (büyük ihtimalle Bourdieu’nün ya da Robert Castel’inkilerde) bu dönemi en iyi yansıtan çalışan tipi kasiyerlerdir (buna kuryeleri, bankacıları da ekleyebiliriz). Kafasını bile kaldırmadan tamamıyla müşteriye yani piyasadaki talebe göre şekillenen robotik bir yaşam. Sendikasız, istikrarsız.

Daha az kazanmak için daha çok çalışmak. Bugünlerde Türkiye’de çalışanlar da bugünün söz konusu amblematik şirketlerin ağının, değerlerinin tam ortasından geçiyor. Üretimden dağıtıma. Fabrikadaki sendikalı ve istikrarlı işçi sınıfından dağıtım ve hizmetteki sendikasız, istikrarsız, güvencesiz prekaryaya.

Ama görünen o ki ekonomik krizler ve salgın süreci yukarıda büyük bir servet biriktirdi ve aynı anlama gelmek üzere ayrıcalık biriktirdi. Aşağıya kırıntı atmak isteyenlere karşı sistemin kolonları sayılabilecek kuryelerin (ama onlarla sınırlı kalmamak üzere kasiyerlerin, tezgahtarların, market çalışanlarının, bankacıların, ev işçilerinin) bir sözü var artık. Gölgeden çıktıklarını düşünüyorum.

Sadece maaş da değil güvenceli bir gelecek istiyorlar. Şimdilik bunun maaştan geçtiğini düşünüyorlar sadece. Unutmadan, kabuk değiştiren sadece Türkiye siyasal sistemi değil. Dünya da bir dönüşümün arefesinde.

Hatta daha net bir tabirle ölü bir dalganın ortasındayız. Bu feveran halinde kuryelerin güçlü sesi, dalganın ortasında hayatta kalmaya çalışan diğer kazazedelerin birbirlerine seslenmesi ve göremedikleri için de düdük çalmalarına benziyor.

Alphan Telek’in önceki yazıları:

Özgürlükçü laiklik neden Türkiye’nin yarınıdır?

Kasımdan ocak ayına “kırılgan zafer”: Muhalefet ve iktidar için ne değişti?

Kararsız seçmenin talebi – Muhafazakârlık mı muktedirlik mi?

İktidarın “çözülen sınıfsal tabanı” karşısında muhalefetin stratejisi var mı?

Zafer algısı – Muhalefet ve iktidar seçmenine nasıl zarar veriyor?

Büyük iktidar, küçük yatırımcı, sessiz muhalefet

“İktidar aslında gitti” – O zaman bu anketler ne anlama geliyor?

Doktorların göçü: Neden şimdi?

Çoğunluk

“Geçinemeyenler” – Öfkeli, geleceksiz ve prekarya

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.