Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: AKP’nin sermaye ittifakı genişliyor

Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya kaldığı sorunların çözülebilmesi için, iktidarın sermaye üzerinde hâkimiyet kurmasına ihtiyaç var. Maalesef bu ihtiyaç geçmişte olduğundan çok daha fazla bugün. Zira uluslararası sermayenin şartları değişti ve AKP o eski günlerdeki gibi bu sermaye üzerinde hâkimiyet kuramıyor. İçerdeki sermaye gruplarıyla ilişkileri ise çok yıpranmış durumda. Karşılıksız, hele de iktidarın şartlarını kabul ederek ikna olmaları mümkün değil artık.

Ülkedeki siyasi rejimin geldiği nokta ve küresel değerleri benimseme konusunda takındığı tavır ülkemizdeki büyük sermayenin iktidarla yeni ittifaklara girerek, AKP’nin hâkimiyetini şartsız kabul etmesini zorlaştırmaktadır. Zaten Osman Kavala örneği bile böyle bir ihtimalin şu an için gündemde olmadığının bir göstergesi.

Küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesinin ilişkileri ise, çok yıpranmış durumda. Artan enflasyon ve kurlar, iç pazarda yaşanan sıkışmalar, bu sermaye gruplarının finansal kaynaklara erişimini ve onların iktidarla ittifak kurmalarını zorlaştırmaktadır. Zaten 15 Temmuz sonrası FETÖ’nün tasfiye sürecinde maruz kaldıkları tahribat döneminde böyle bir desteği verebilme imkânı ortadan kalkmaktadır.

Bu hâkimiyet arayışı sırf AKP’ye yönelik bir ihtiyaç değil. Her iktidar ekonomide bir yönetim modeli ortaya koyabilmek için üretim faktörleri üzerinde hâkimiyet kurmaya ihtiyaç duyar. Özellikle bu üretim faktörleri arasında, ülkemizde göreli olarak kıt olan sermaye üzerinde kurulacak bir hâkimiyet yönetim açısından çok daha işlevseldir. Ekonomide kaynakları iktidarın istediği şekilde yönlendirebilmek için gerekli modelin yönetimi, sermaye üzerinde hâkimiyet kurmayı ayrıca zaruri hale getirir.

Daha önceki yazılarımda da konu edindiğim gibi, iktidara geldiğinden beri AKP sürekli olarak böyle bir hâkimiyet arayışı içinde oldu. Aslında onun siyasi davası, seçimle gelen iktidarlar üzerinde baskı aracı olan “vesayet” odaklarına yönelik bir mücadeleyi içeriyor gibi görünse de temelde sermaye üzerinde “mutlak” (ve koşulsuz) bir hâkimiyet kurma çabası olmuştur. İlginçtir; nihai hedef sermaye üzerinde hâkimiyet sağlamak olmasın rağmen, iktidar yürüttüğü mücadeleyi siyasi vesayet odaklarına yönelik mücadele şeklinde göstererek kamuoyu desteğini yanına aldı. Bu şekilde politikalarına meşruiyet kazandırmasını bildi. Ancak iktidara böyle koşulsuz itaat gösterecek sermaye olmayınca, bugüne kadar AKP ülkede var olan kesimlerle belli bir siyasi ödünleşme çerçevesinde ittifaklar kurmayı tercih etmiştir.

İktidarların iktisadi hayat üzerinden meşruiyet arayışının bir yolu da ülkede dar bir grubun elindeki sermaye üzerinde kuracağı hâkimiyetle toplumda çok daha büyük kitlelerin iktisadi hayatını ilgilendiren politikalara işlerlik kazandırabilmesidir. Örneğin; emek ve sermaye ekseninde kutuplaşmanın olduğu siyasi yapılarda, emek dostu bir iktidarın meşruiyet arayışı, sermaye üzerinde kuracağı hâkimiyeti emek yanlı politikalar için kullanılmasıyla sağlanabilecektir. Bu şekilde yapılan siyasi mücadele, en azından emekçi kesimler nezdinde meşruluk kazanacaktır.

Sermaye üzerinde kurulan hâkimiyet farklı siyasi menfaatler için de kullanılabilir. Bu durumda kaynakların dar bir kadronun bireysel menfaatleri doğrultusunda, toplumdaki genel refah arayışının bir parçası da olmadan kullanımı mümkündür. Böyle bir durumda ise siyasi erkin yaptığı tercihlerin meşruluğu, bizde geçmişte olduğu gibi, bu tercihin bir siyasi vesayete karşı yürütülen bir mücadelenin bir parçası olarak gösterilebilir. Ya da son günlerde ülkemizde sıkça yapıldığı gibi, iktidarın yaptığı tercihlerin biraz “din”, bazen de “milliyetçilik” soslarıyla bezenmiş şekilde kamuoyuna anlatılması ve bu yolla siyasi rıza üretilmesi sağlanabilir.

Beş yılı aşkın bir süreden beri, AKP iktidarı Türkiye’nin tüm toplumsal katmanlarını kapsayacak bir ekonomi yönetimi gösteremedi. Bunda sermaye üzerindeki hâkimiyetini büyük ölçüde kaybetmesi yatıyor. “Bu hâkimiyeti neden kaybetti” sorusunun cevabı aranabilir. Bu ayrı bir yazı konusu. Ancak burada bizi ilgilendiren husus, bugün uygulanmaya çalışılan ekonomi politikalarının bununla ilişkisini ortaya koyabilmek.

Çok uzun süredir AKP, üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurabileceği, kontrolü kolay bir sermaye grubu yaratabilme çabası içinde. Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Beşli Çete” diye nitelediği iş insanı grubu ile onların etrafında kümelenmiş olan girişimciler böyle bir grubu oluşturmaktadır. Kamu kaynakları kullanılarak sağlanan bu sermaye birikim süreci, kaynakları onlar lehine kanalize eden siyasi iradenin başındaki mutlak otoriteyi temsil eden Sayın Cumhurbaşkanı’na karşı tam bir itaat içindedir. Adına ister “Beşli Çete”, isterseniz “Türk tipi oligarklar” deyin, iktidarın bunlarla amaçladığı, sermaye üzerinde bir süredir kaybettiği kontrolü tekrar sağlayabilmektir.

Aslında “Türk Tipi Ekonomi Modeli” denilen şey de aslında bu sermaye birikim modelidir. Tüm ekonomik politikaların belirlenip uygulanması bu kesim ve bu model dikkate alınarak yapılmakta; bu iş çevreleri vasıtasıyla sermaye üzerinde hâkimiyet kazanmaya çalışılmaktadır.

Bu modelin birçok açmazı var. Ama en önemlisi çok fazla döviz cinsinden kaynağa ihtiyaç duymasıdır. Bu öyle bir birikim modelidir ki, sadece yurtiçindeki iktisadi faaliyetlerden ve yerel para birimiyle (yani TL olarak) gelir elde eder. Bakmayın siz verilen ödeme vaatlerinin dövizle yapılmasına. Neticede o sermaye birikim sürecinin zarar görmemesi için iktidar tarafından bulunan bir çözüm. Hazine yapacağı döviz cinsinden ödemeleri için sonunda döviz satın almakta ve bu şekilde piyasada “var olan” dövize ek bir talep oluşturmaktadır.

Modelin döviz ihtiyacının, eskisi gibi dışarıdan elverişli koşullarda, kolayca borçlanarak sağlanması giderek zorlaşmıştır. Hatta bir dönem ülkenin yerleşik sermaye gruplarına ekonomik olarak birtakım avantajlı koşullar sunularak, bu kaynakları sanayi faaliyetler üzerinden temin etmeleri teşvik edilmiştir. Ancak önceleri bu, iktidarın ilgili sermaye grupları ile yeni bir ittifak arayışına girdiği şeklinde algılanmıştır. Fakat yaptığı yasal düzenlemelerle siyasi alanda aşırı güç toplamış olan iktidar, iktisadi alandaki güçsüzlüğü telafi edebilmek için bu gruplarla bir ödünleşme içine girmeye gerek görmemiştir. Aksine elinde aşırı (ve orantısız) güç biriktirmiş olan iktidar, bu yönetimini sürdürebilmesine yetecek düzeyde sermaye üzerinde hâkimiyet sağlayamamıştır. Aslında giderek kötüleşen bugünkü ekonomik ortamda iktidar, benimsediği sermaye birikim modelinde ısrar ederken, mevcut problemlerin daha da artmasına, çeşitlenmesine yol açmaktadır.

İktidar zaman zaman bu modelin işleyişindeki kontrolünü de kaybedebilmekte ve tekrar kontrolü eline alabilmek için yeni kesimleri bu sermaye ittifakına dâhil etmek zorunda kalmaktadır. Tabii bedeli mukabilinde.

20 Aralık 2021 tarihinden önce yaşanan kur dalgalanması bu modelin maruz kaldığı en önemli sorundu ve ekonomide durumun daha ne kadar kötüleşebileceğinin ipuçları ortaya çıkmıştı. İktidar aldığı birtakım mali tedbirlerle, sermaye birikim modelinden vazgeçmeden bu sorunu aşmasını bildi. O gün uygulanmasına karar verilen Kur Korumalı Mevduat (KKM) ve onun tüm diğer varyasyonları krizin aşılmasında iktidarın imdadına yetişti. Ancak bunun kamu kaynakları üzerinden, yine kamuya ciddi maliyetler yüklenerek yapılması, iktidarın hali hazırda kontrolü altında olan “Beşli Çete” eliyle idare edilen sermayeye yeni bir unsurun da katılmasına yol açtı.

Malum olduğu üzere ülkemiz gelir dağılımı bakımından pek de parlak bir performans göstermeyen bir ülke. Göreli olarak düşük geliri ve ciddi gelir dağılımı problemi düşünüldüğünde, ülkemizde tasarrufların dağılımının da çok adil olması beklenemez. Seksen milyonu aşmış bir ülkede büyük mevduat sahibi olan 250-300 bin kişinin olması, aslında getirilen KKM gibi kazançlı uygulamadan ülkedeki küçük bir kesimin yararlanması sağlanmıştır. Ayrıca bu hesapları şirketlerin açması durumunda, onlara bir de vergiden muafiyet imkânı verilmesi, bahsi geçen kazançların daha da artmasına neden olmuştur. Kamu kaynaklarının kullanımına sunulduğu ülkenin altyapı yatırımlarını gerçekleştiren “maharetli” müteahhitlerimizin yanına, bir de bu müteahhitlerin gerçekleştirip, iktidarın kontrolüne sunacakları sermaye birikim modeli için gerekli mali kaynakları sağlayacak yeni bir kesimle dâhil edilmiş olmaktadır.

İlginçtir; son zamanlarda Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nureddin Nebati’nin söylemlerinde yer etmeye başlayan “ezan” ve “bayrak” vurgulu siyasi söylemlerin ortaya çıkmasının nedeni, belki de sürdürülmesi giderek zorlaşan ve toplumun geniş kitleleri için de maliyetli olmaya başlayan bir modele kamuoyu nezdinde meşruiyet arayışı ve siyasi rıza üretmeye duyulan ihtiyaçtır.

Öner Günçavdı’nın önceki yazıları:

Merkez Bankası’nın faiz politikası kur istikrarına bağlı

“Beşli çete”

Küreselleşmenin yeni yüzü doğarken

Çanlar Türkiye ekonomisi için çalıyor

Bugünün üniversiteleri

Siyasi çıpalar ve enflasyonla mücadele

Ekonomide uluslararası camianın bir parçası olmak

Para otoritesinin enflasyona bakışındaki değişim

Muhalefet ekonomide ne yapmak istiyor? Gözlem ve içe dönüş

Türkiye’nin refah arayışı ve siyaset

İki bin yirmi bir

AKP’nin kendi tabanına ihaneti

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.