28 Şubat Pazartesi günü altı muhalefet partisi liderinin bir araya geldiği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Sunum ve İmza Töreni, “Yarının Türkiyesi” sloganıyla yapıldı. Özellikle Ukrayna’nın işgali sebebiyle geri planda kalmasına rağmen, tören ve liderlerin imzaladığı deklarasyon aslında birçok açıdan kritik önemde.
Her şeyden önce “Yarının Türkiyesi” sloganı böyle bir toplantı için hayli manidar. Deklarasyonu imzalayan liderlere baktığımızda, her birinin gönlünde oldukça farklı bir “yarının Türkiyesi” olduğu konusunda herhalde herkes hemfikir. Burada önemli olan, altı partinin sahip oldukları farklı gelecek tasavvurlarına rağmen bir araya gelip, ortak bir gelecek arayışında azami (asgari değil!) müştereklere odaklanmış olmaları. Eksiğiyle gediğiyle Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem modeli, işte bu arayışın sonucunda ortaya çıktı.
Otoriter ortamlar, ortak geleceğin demokratik olarak tasavvur edilmesi için elverişli bir zemin sağlıyor. Ancak demokrasiye geçiş, ancak onu talep eden bir toplumsal çoğunluğun siyaseten inşa edilmesiyle mümkün. Bu inşa bazı otoriter rejimlerde, rejimi ayakta tutan sacayağının kırılması sonucunda başlayan “geçiş” süreçleriyle hayata geçirilmişti. Franco sonrası İspanya (1975) ve Bin Ali sonrası Tunus (2011) bu tarz geçiş süreçleri aracılığıyla demokratikleşmeye örnek verilebilir. Türkiye, Macaristan, Polonya gibi seçimli otoriter rejimlerde ise demokratikleşme, ancak otoriter rejimin kurallarını kendi belirlediği seçimlerde yenilmesi ile mümkün olabilir. Birçok açıdan çetrefilli olan bu görevin belki de en zorlu kısmı, otoriter rejimi sadece demokratikleşme müjdesiyle yenmenin neredeyse imkansız olması. Bir başka deyişle, seçimlerin varlığı ve iktidarların seçim ile değişme ihtimalinin demokrasinin yeterli koşulu olarak görüldüğü bir toplumda otoriter rejimin sandıkta yenilmesi, “geçiş dönemi”nden ziyade toplumun önemli sorunlarına çözüm vadeden bir “yeni dönemi”in müjdelenmesine bağlıdır diyebiliriz.
“Yeni dönem” fikri bu yönüyle “Yarının Türkiyesi” vaadine benziyor. Erdoğan sonrası Türkiye’de rol oynayacak her aktörün gönlünde farklı bir “yeni dönem” tasavvuru olabilir. Ancak Türkiye şu anda bu farklılıkların bir arada durmasıyla Erdoğan sonrası döneme taşınabilir. Bu da “altı benzemez”in bir süre ülkeyi yönetiminde beraber rol alıp, birbirleriyle yapacakları rekabetin kurallarını oluşturacağı bir geçiş dönemini zorunlu kılıyor. İşte muhalefetin önündeki en zorlu görev, bu geçiş dönemini titizlikle tasarlarken aynı zamanda topluma bir “yeni dönem” müjdeleyebilmek.
Türkiye toplumu için mevcut iktidarın sandıkta yenilmesi de başlı başına bir yenilik olabilir. Ancak ne kadar kutuplaştığımızı da hesaba katarsak, bu iktidarın gitmesi toplumun her kesimi için muhtemelen aynı nitelikte bir “yeni dönem”e işaret etmiyor. Önümüzdeki seçimlerde yapacağı tercihle otoriter rejimi değiştirme şansına sahip seçmen, bu tercihi yapmadan önce olası bir iktidar değişikliğinin hayatlarına nasıl dokunacağını görmek isteyecektir. Aslında Türkiye’de muhalefetin gece gündüz çalışıp cevap vermesi gereken soru bu.
Peki 28 Şubat buluşmasında beraber tasarladıkları demokratik modelin altına imza atan altı muhalefet partisi bu “yeni dönem”i müjdeleyen aktör olabilir mi?
Her şeyden önce altılı muhalefet masasının, şu anki otoriter yönetimin temsil ettiği her şeyin aksine tevazu içinde bir araya geldiğini ve bunun Türkiye siyasetinde barış içinde birlikte yaşam, eşitlik ve demokrasi gibi değerlerin anlamını arttırdığı muhakkak. Ancak mevcut haliyle bu masanın siyasal iletişim açısından tam bir geçiş dönemi görüntüsü verdiğini söylemek lazım. Bu kötü bir şey değil. Yukarıda da altını çizdiğim gibi Türkiye’de demokratikleşmenin hayata geçirilmesi için bir geçiş dönemine ihtiyaç var ve bunun şimdiden tasarlanması da her açıdan faydalı. Ancak Türkiye’de 20 yıllık bir “kazanma ve yönetme” geçmişine sahip bu otoriter rejimin karşısında geçiş dönemi planından öte bir “yeni dönem” anlatısına ve bu anlatının iletişimine ihtiyaç var.
Bugün 20 yıllık iktidarının sonunda ülkeyi her alanda krize sokan ve gün geçtikçe eriyen bir iktidar var. Bu iktidardan kalan boşlukları doldurmak iddiasında ortaya birçok aktör çıkacaktır. Muhalefet için önemli olan bu boşlukları demokratik olarak doldurmaya namzet bir alternatifi oluşturmak. Bugün siyasi elitler arasındaki pakt bir demokratikleşme vizyonu sunuyor. Ancak son zamanlarda özellikle Tunus örneğinde de görüldüğü gibi, inşa edilen yapı demokratik açıdan ne kadar kaliteli olursa olsun, toplumun ve vatandaşların hayatına dokunup, onların “yeni” ihtiyacına cevap vermiyorsa ortaya çıkan demokrasi de hızlıca parçalanabiliyor.
Muhalefetin altılı masası demokrasiye geçişin şifrelerine odaklanırken, “yeni dönem”i anlatmak için en kestirme yol herhalde bu dönemin “yüzü” olacak bir liderinin öne sürülmesi olurdu. Bir süredir muhalif kamuoyunda devam eden adaylık tartışmaları da aslında bu argümana dayandırılıyor. Ancak otoriter bir rejimde yaşıyor oluşumuz ve muhalefetin mevcut çoğul durumunun yarattığı hassas dengeler, adayın çok erken çıkarılmasını – bence doğru bir şekilde – engelliyor. Bununla beraber, altılı muhalefet masasının “yeni dönem”in içeriğini belirleyip topluma anlatabilecek ekipler oluşturması ve adaylık meselesinin her bir muhalefet partisi içinde tartışılmaya başlaması atılabilecek adımlar arasında duruyor.
Muhalefetin, Türkiye’nin son 40 yılındaki en kritik genel seçime doğru sırasıyla program belirleme, ekip kurma ve aday belirleme süreçlerinde emin adımlar atarak ilerlemesi hayati önemde. Öyle ki Erdoğan’ın karşısına onu sandıkta yenebileceği düşünülerek çıkarılan adayın kendi ajandasını değil, muhalefetin Erdoğan sonrası için beraber çizdiği yol haritasını uygulamak üzere geldiğini bilmesi, Türkiye’de iktidar değişikliğinin aynı zamanda demokrasiye doğru bir rejim değişikliği üretebilmesi için olmazsa olmaz. Ancak şunu da unutmamak lazım: Program belirleme, ekip kurma ve aday belirleme süreçleri toplumsallaştırmadan ne bu süreçler tam anlamıyla bir demokrasi getirebilir, ne de toplum bu süreçleri demokrasi adına sahiplenir.
Medyascope'un haftalık e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her çarşamba mail kutunuzda.
Edgar Şar’ın önceki yazıları:
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı gerçekten tamam mı?
Eksiğiyle gediğiyle altılı muhalefet masası ve HDP
Muhalefet, Erdoğan’ın “üçüncü kez” adaylığı meselesini nasıl ele almalı?
“Şirazesinden çıkmış” kampanyalar ve muhalefetin yol haritası
Seçim gününü hayal edebiliyor muyuz?
Muhalefet masasının önceliği ne olacak?
Türkiye için yeniden demokratikleşme sahiden mümkün mü? – II
Hem CHP genel başkanı hem de cumhurbaşkanı adayı olmak
Muhalefetin 2022’si – Önce program, sonra ekip, en son da aday
Bir yıl sonu muhasebesi: Muhalefetin başardıkları ve (henüz) başaramadıkları
Seçimlerde Erdoğan’ı kim yener?
“Hele bir seçim ilan edilsin de bakarız…”