Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: Şehirler, gemiler ve tersanelerin ölümü

İstanbul adalarında yaşayanların ortak sorusu “Gemi ne zaman gelecek?” olmuştur. Gemi ile ada ilişkisi sarsılmaz bir bağımlılık içerir. Adalı iseniz dakik olmak durumundasınız. Gemiye tabisinizdir. Gemiler hasret çekenleri buluşturur, bazen ayırıp uzaklaştırır, yahut ayrılanları kavuşturur. Eskiden Boğaziçi’nde yaşamak da biraz gemilere tabi olmayı gerektiriyormuş. 19. yy.’da henüz sahil yolları yokken tek ulaşım aracı ya kayıklar, yahut Şirket-i Hayriye gemileriydi. Dolayısıyla Boğaz ahalisi de gemilere tabiydi.

Gemilerle insanların ilişkisi oldukça şahsidir. Gemilerimize isimler koyarız mesela. Hepsinin birer kimliği, kişiliği var gibidir. Gülcemal, Akdeniz, Truva, Nilüfer, Plevne, Bebek, Fenerbahçe, Paşabahçe, Mahmudiye, Hâlas, Kalender, Güzelhisar vb. vb. Çoğuna yer ismi, bazısına şehit adları, bazılarına şahıs adları verilmiş. Aykut Barka gibi, Barış Manço gibi. Barış Manço gemisiyle yapılan Moda mehtap seferleri çok hoş olurdu ve geminin adıyla mütenasipti.

Eskiden belli semtler denizci kimlikleriyle anılırdı. Kasımpaşa bunlardan biriydi. Anne tarafım hep Kasımpaşa’da ikamet etmiştir. Eniştelerimden birisi Hasköy’de gemi söküm atölyelerinde gemileri söker, çıkan hurdaları civardaki tüccarlara satardı. O dönemlerde asbestin ne olduğunu kimse bilmezdi. Eniştem de bilmezdi. Erken yaşta kanserden öldü. Diğer eniştem de şehir hatlarında çalışırdı. Zaman zaman günlerce eve gelmez, gemi son seferde nereye palamar attıysa ertesi gün işbaşı yapabilmek için gemide kalırdı. Düşünsenize dilenci vapurundasınız ve gemi son seferinde Anadolu Kavağı’na palamar atmış. Ertesi sabah da saat 06:30’da kıyıdan kıyıdan, Boğaz iskelelerini tavaf ederek iki saate yakın bir yolculukla Eminönü’ne ineceksiniz. Eve dönmek akıl işi değildir. Bu yüzden gemicilerin evleri gemileridir. Bu bana hep çok romantik gelmişti.  

İstanbul’un başka denizci semtleri de vardı. Ayvansaray onlardan biriydi. Ayvansaray’a bu kimliği veren tersaneleriydi. 1986’da belediye başkanı Bedrettin Dalan marifetiyle kaldırıldı. “Gözlerim kadar mavi yapacağım” dediği Haliç’i en fazla açık gri yapabildi. Ama olan buralarda kaybolan kültürel mirasa oldu. Yüzyıllar boyunca “Ayvansaray işi kayık” diye bir şey vardı, artık yok. İzi, tozu hiçbir şey geriye kalmadı. Bugün Ayvansaray’da semtin denizci geçmişine dair en ufak bir işaret bulamazsınız. En kötüsü hafızalarımızdan da silindi gitti.

Diğer bir semt İstinye. Boğazın bu müstesna denizci semtindeki tersane 1990’larda kaldırıldı ve bir yat limanına çevrilip “turizme kazandırıldı”. Lakin burada o eski tersaneden, denizcilik kültüründen çok az iz kaldı. Bölge halkının denizci kimliği yok olup gitti. Ustalar kayboldu. Oysa bu koyda ne güzel Kurucaşile işi çektirmeler beklerdi. Şimdi çektirme göremez olduk. Ne ustası kaldı, ne kendisi.

Kasımpaşa’ya dönersek Osmanlı denizciliğinin 500 yıl boyunca kalbinin attığı bu denizci semti şimdilerde yükselen Haliçport projesiyle inşaata açıldı. Tersaneler otellere, AVM’lere, rezidanslara tahvil edildi. Günden güne yükselen devasa inşaat kentin ortak hafızasına vurulan en büyük darbelerden biri olacak. Birkaç sene önce gittiğim Venedik Bienali’ni şehri eski tersane bölgesinde yaptıklarına şahidim. Tersane olduğu gibi duruyor ve şehrin kültür hayatına tersane kimliğinden ödün vermeden hizmet ediyor. Bu olağanüstü mekanda Türkiye pavyonunda “Baştarda” adında bir işi görmüştüm. Baştarda Osmanlı’da bir gemi modeli ve Haliç tersanesinden sökülen parçalarla bir gemi tasarlanmıştı. Artık Haliç tersanesi yok, ama oradan sökülen dört ton gemi atığıyla yapılan iş başka bir tersanede sergilendi. Tarihin ironileri.

Aynı şekilde Barcelona tersanesini gezmiştim. Halen bir deniz müzesi olarak korunan Barcelona tersanesi, kütüphaneleri, cafeleri, çocuk oyun alanları ile kimliğini muhafaza ederek kentin ortasında, ticari olmayan bir yaşam alanı sunmuştu. Etrafındaki üniversitelere epey hizmet verdiği kesin. Burayı yıkıp AVM yapmak cinfikirliliği hiçbir Katalan’ın aklının ucundan geçmez herhalde.

Gemi yapmak kutsal bir iştir. Nuh peygamberin bu yeteneği sayesinde insanlık varlığını sürdürebildi. O kadar kutsaldır ki Homeros Odysseus’un bizzat kendi gemisini yaptığını yazar:

“Odysseus da koyuldu odun kesmeye

Yirmi ağacı bir çırpıda deviriverdi

Baltayla yontup düzeltti güzelce

Bir ip çekip denk getirdi hepsini

Denk delgiler getirdi Kalypso, yüce tanrıça

O da delikler açıp takozlar yaptı

Sonra birbirine çaktı tahtaları

Sık mertekler dikip kurdu küpeşteyi

Sonra geniş tahtalarla kaplayıp tamamladı onu

Boydan boya örttü her yanını saz örtülerle”

Hayatı yolculuk metaforu ile tanımlayan insanoğlu ölümü de bir gemi yolculuğu ile mitleştirmişti. Kharon’un Styx ırmağında yaptırdığı bu yolculuk denizci toplumlarda kaya mezarlarının formlarına bile yansır. Kaya mezarlarının kapakları tekne formundadır.

Şair Yahya Kemal de ölümü bir gemi yolculuğu ile sembolleştirir:

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol

Sallanmaz o kalkışta ne bir mendil, ne bir kol”

Tersanelerin ölümü de biraz böyle değil mi?

Cengiz Özdemir’in önceki yazıları:

İstanbul’un meşhur kışları

Moskof Taşı’ndan, Ayastefanos Anıtı’na İstanbul’da Slav izleri

Bir modacı – Jean Botter ve Botter Apartmanı

İstanbul-Venedik-Paris hattında bir iktidar sembolü – Dört at

 Boğaziçi’nde bir cevelan- Boğaziçi yazıları-1

Bir lüfer yazısı

İstanbullu kim?

Yitip giden İstanbul

İstanbul’un sokak köpekleriyle imtihanı

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.