Bu yazının başlığı aslında “Biraz da Müslümanlar çalsın, ne var yani?” olacaktı. İçim el vermedi her şeye rağmen. Oysa bu lafı hep inançlı, alnı secdeli, ağzı besmeleli insanlardan duydum. İlk kez, Gezi Parkı’nda bir gösteriye dönüşen polis şiddetine karşı Bayburt hariç bütün bir ülke isyan ettikten ve yine polis şiddetiyle insanlar kendilerine ait sokaklardan süpürüldükten sonra otobüste yanıma oturan yeşil takkeli, ak sakallı, ihtiyar bir amcadan duymuştum. Yamacından geçerken parkın ve meydanın haline bakıp “cık cık cık” diye iç geçirmiştim de siyaset konuşmaya başlamıştı, meşrebimi anladığını, aman ne kadar da akıllı biri olduğunu göstermek için. “Rahat vermiyorsunuz adamlara, bırakmıyorsunuz ki işlerini yapsınlar” demişti, o meş’um ve mel’un AVM projesini kastederek. Demiştim ki, “Amca yaptıkları her işte hepimizin olandan çalıp kendi aralarında üleşiyorlar. Şu park şurada kalmış biricik yeşil alan, onu da mı üleşsinler yani.” Lafın tam burasında cevabı yapıştırmıştı: “Biraz da Müslümanlar çalsın, ne var yani?” Sonra birçok kez, Başakşehir’de, Kasımpaşa’da, Çukurambar’da, Esenyurt’ta, Urfa’da, Antep’te, Erzurum’da, Trabzon’da, her yerde duydum bu lafı. Yenilerde bir kez de çoktandır aslında hiç tanımadığımı ya da bir şekilde kendini tanınmaz hale getirmek için elinden geleni ardına koymadığını hissettiğim birinden duydum. Her duyduğumda irkilmeye devam ediyorum. Kekremsi bir koku yerleşiyor genzime zira.
Çağanoz hükümranlığı
İslam yalnızca bir din olsaydı kaç senedir şahit olduklarımız karşısında pek çokları gibi “eeeh bu ne be?” der çıkıverirdik bir nefeste. Fakat öyle kolay çıkılmayan bir tarafı var İslam’ın, din olmayan tarafı. Kendi adıma konuşayım, kimseyi karıştırmayayım. “İnşallah”ın yerini tutmuyor “umarım” ya da “dilerim.” Elden ne gelir? Kaldı ki yerini tutsun diye ettiğim her kelime küsülü olduklarımın bıraktığı boşluğu hatırlatmaktan başka bir işe yaramıyor. “Maşallah”ın yerine ne koyacağım ya? Dini ve lafzını, dünyadan mal kapma makinelerini yağlamak için kullananların ahlakına baktıkça içimi dolduran tiksinti dolu şaşkınlığı bile “esteizubillah” ya da “fesübhanallah” diyerek atlatmaya çalışıyorum hâlâ. Bir de “La havle” var. Sabır lazım olduğunda çıkıp geliyor bir yerlerden. Her seferinde kendime yahu bunda şaşılacak ne var, bu adamlar ve kadınlar bugünler için yaşamadılar mı bütün ömürlerini diye hatırlatıyorum. Ama işte bir sonraki sefer gene aynı dil yangını. Dile din aracılığıyla yerleşmiş hangi kelimeyi ya da kalıbı kendi sesimden işitsem, hatta yalnızca aklımdan geçirsem dilime musallat olan kâğıt kesiği acısı. Her birinin suretine yerleşip birbirine benzeten çürüme huşusunun, hareketlerindeki abartının yarattığı sahte cezbe gösterisinin yüzüme kondurmasına mani olamadığım tuhaf buruşma.
Bugünler için yaşadılar bütün ömürlerini. “Biraz da Müslümanlar çalsın ne var yani?” Slogan gibi slogan. Devlet etmekle, hükümran olmakla çalmak arasında doğrudan bir ilişki gördüler ve o ilişkinin peşinden sürüklenip geldiler vardıkları şu yere. Yasaların, kuralların, teamüllerin etrafından dolaşarak devlet oldular ve etrafından dolaştıkları her şeyi yok ettiler. Kendilerini o şeyin yerine çağanoz gibi oturttular ve kimse onların etrafından dolaşamasın diye çitlediler gördükleri her şeyin etrafını, en başta da dini. O çitleme halini çalışmak zannetti insanlar. Sahi hangi seçimde sürmüşlerdi piyasaya “çalıyorlar ama çalışıyorlar” sloganını? Yanlış hatırlamıyorsam 2014. Benim, otobüsteki yaşlı amcadan o lafı duymamdan sonraki sene yani. Oturduğumuz yerde selfie bile çekmiştim kendisiyle. O tarihi anı kayda geçirmem lazımdı. O lafın bu denli sıradanlaşacağını, bir seçim sloganına dönüşeceğini nereden bileyim? Vay ecdadını arkadaş, sefaletin vardığı zirveye bak, diye geçirmiştim içimden. Yanılmışım. Daha ne zirveler varmış, ama ne zirveler! #Fesübhanallah
Geliştirdikleri seçim yasası tasarısı da o zirvelerden biri. Rakiplerine bakıp onları yarışta görünseler de yarışamayacakları bir pozisyona sokmak üzere kurgulamışlar oyunu. Bütün satır aralarından “Yenildiğimi çok evvelden beri yeniliyorum. Ama bu, kupadan vazgeçtiğim anlamına gelmez” akıyor. Sezai Karakoç’un “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” dizesini böyle yorumluyorlar belli ki. Kim bilir, belki o da tam olarak böylesi bir sahneyi kastederek yazmıştır o mısrayı. #Esteizubillah!
Urganlı muhalefet
Muhtemelen kendilerini çok zeki ve iş bilir zannediyorlar. Muhalefet partilerini oluşturan ekiplerin tıpkı onlar gibi düşündüğü ve eylediği fikrine yaslanarak oynuyorlar bu oyunu. Haklı oldukları tek konu da bu aslında. Muhalefet partileri arasındaki ilişki, aralarından herhangi birinin diğerlerinden fazla sivrilmemesi ve kimsenin bir diğerine faydası olmaması üzerine kurulu. Manyakça bir denge arayışı yüzünden sokaktaki çocuğa sorsanız sıralayacağı adımları atamıyorlar. Birbirlerinin hareket alanını daraltmaya uğraşmaktan, devletin yerine geçmiş bu devasa ve ömür öğüten çağanozla nasıl baş edeceklerini konuşamıyor, harekete geçemiyorlar. Her biri de dengeyi kendi lehine değiştirme çabasını memleket gailesi diye kakalamaya çalışıyor. #LaHavle #İnnaSabirin
Tıpkı iktidar gibi akılsız çocuk yerine koyuyorlar kendileri dışındaki herkesi. Hep beraber içinden geçtiğimiz rezaletlerin en büyük sebebi de bu. Siyaset esnafının sürekli hepimizi kazıklamaya çalışması. Öyle olunca biz de tabii mesafeleniyoruz siyasetten. Çalma sırası kime geçecek, ne fark edecek acaba meraksızlığıyla seyredip duruyoruz olup bitenleri. İbretle diyemeyeceğim. İbret alacak yerlerimiz acıdan, ağrıdan uyuştu çoktan. #Hafazanallah
Yasalaşması kuvvetle muhtemel o seçim tasarısıyla baş etmenin bir tek yolu var. Tam ve sağlam bir siyasi dayanışma. Herkesin dişlerini sıkarak, gerekirse burnunu tıkayarak, birbirine her şeye rağmen tahammül ederek geçebileceği bir eşik bu. İktidarın her birinin gırtlaklarından geçirdiği tek bir urganla birbirine bağladığı muhalefet partileri, birbirlerini oraya buraya çekiştirdikleri sürece kapatıldıkları hücrenin içinde dönüp duracaklar. Oysa hücrenin bir kapısı yok. Yapmaları gereken tek şey dışarı doğru hep beraber hamle etmek. Bunu görecek akıl, yapacak irade yoksa ne halleri varsa görsünler. Tam olarak böyle demek istiyoruz. Ve fakat yazık ki diyemiyoruz bunu. O yüzden iş her zamankinden çok seçmenlere düşüyor bir kez daha. Çünkü seçmen tarafından açıkça zorlanmadıkça yapılması gerekeni yapacak siyasi basiret mevcut partilerin hiçbirinde yok. Tıpkı bir zamanlar RP’li, ardından AKP’li kadroların söylediği gibi, “biraz da biz, az kaldı, hadi bak bizim sıramız da geliyor artık, ayağımıza kadar gelmiş fırsattan alabileceğimiz en büyük payı niye almayalım, enayi miyiz biz?” yaklaşımıyla kurulmuş pazarlık masalarında olacak iş değil bu.
İktidarın yaptığı ve bilmem kaçıncı kez elde ettiği abidevi yenilgiyi her zaman olduğu gibi daha yarış başlamadan ilan ettiği sefil seçim yasası tasarısı, muhalefetin yapması gerekeni de resmediyor üstelik açıkça dalga geçerek. Diyor ki: “Şu tasarıyı önünüze koyarak açıkça ilan ettiğim yenilgiye bir ad vermek için ortak bir dil geliştirmeniz ve bunun için de birbirinizi duymamak için tekrarladığınız ezberlerden kurtulmanız lazım. Ama size güvenim tam. Benim yenilgime bir ad vermek yerine boynunuza doladığım urganı çekiştirerek birbirinizin nefesini keseceksiniz. Ben de cümle aleme nasıl bir siyaset dehası olduğumu haykıracağım bir kez daha. Kıramadığınız bileğimi öpmeye zorlayacağım sizi kaç yıldır hep yaptığım gibi.”
Ayşe Çavdar’ın önceki yazıları:
Köylüler, sömürgeciler ve bir basiret krizi
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Beykoz’la Ahlatlıbel arasında – Masadaki büyük boşluk!
Ortaçağ karanlığı – Uygun adım geri gitmenin çok ileri yolları
Bekle bekle nereye kadar, bugünü kim örgütleyecek?
Geleceği bir şenlik gibi kurmak
Ne hükümrân kalır ne zulüm ne de kin
Krizde asılı kalmak ya da umut yöntemi
Nedir ki bir üniversite – Cübbeler, postallar ve kilitler
E bu muhalefet daha ne yapsın – Birkaç somut öneri
Ortak bir şeyleri kalmayanların ortaklığı
Hayaller, gerçekler ve vazgeçmeyenler