Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Tarihte kalmamış mıydı savaşlar, salgınlar, darbeler?

Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği savaş bir kez daha hayatlarımızın pamuk ipliğine hatta bundan daha da kesin biçimde devlet başkanlarının iki dudakları arasındaki kararlara bağlı olduğunu gösterdi.

Günümüzde siyasal coğrafya ve siyasal dengeler şekillenirken otokratik ülkelerin liderlerinin bunlar üzerindeki etkisi çok daha fazla oluyor. Bunlar da aklıma siyasetbilimci Christophe Jaffrelot’nun bulunduğumuz dönemi tanımlamak için kullandığı bir kavramı getirdi: Sezarlar Çağı.

Biliyorsunuz Sezar, Roma’da son derece güçlü bir liderdi. Onun olduğu yerde kurumlar ve temsilcileri önemini yitirirken, sorunlar liderin kendisi tarafından, gerekirse rakiplerin liderleriyle doğrudan pazarlık edilerek halledilirdi.

O açıdan Jaffrelot bu kavramla bulunduğumuz dönemin yeniden bir güçlü liderler çağı yarattığını ve kurumların, aracı entitelerin yokluğunda liderlerin dominasyon kurduğunu vurguluyor.

Jaffrelot bunları yazdığında Donald Trump ABD’de hâlâ başkandı. Öte yandan bugün halen Hindistan’da ve Türkiye’de “milletin adamı” olarak lanse edilen güçlü liderler Narendra Modi ve Recep Tayyip Erdoğan var. Macaristan’da Viktor Orban, Rusya’da Vladimir Putin, Brezilya’da Jair Bolsonaro, Çin’de Xi Jinping son derece güçlü liderlikler kurdular. Dünya nüfusunun yarısından bahsediyoruz.

Erdoğan’ın mevkidaşlarına “dostum” diye hitap etmesi, çıkan sorunu doğrudan diğer liderle ele almak istemesi, denge, denetleme ve şeffaflık doğurabilecek bütün kurumların etkisini yitirmesi ve sınırılandırılması bu çağın Türkiye’deki bazı izdüşümleri.

Öte yandan, pandemide otokrasinin panzehiri olan denge, denetleme ve şeffaflığın ne kadar önemli olduğunu gördük. Bunların yokluğunun bedelini bütün dünyada milyonlarca kişi hayatıyla ödedi. Halen ödemeye devam ediyor.

Bu haliyle, tarihte kaldığı düşünülen salgın hastalıkların ağır bedeliyle genç jenerasyonlar tanışmış oldu. Ancak tarihte kaldığı zannedilen sadece salgın hastalıklar değil.

Ukrayna’da evi vurulan ve yaralanan bir kadın öğretmen “Biz savaşların tarihte kaldığını anlatırdık ve öyle zannederdik” derken, aklıma savaş ihtimalinin hatta nükleer savaş ihtimalinin iki nesil önce ne kadar güçlü bir tehdit olduğunu getirdi.

Ve bütün bunların yönetimi, çıkarları temsil eden bir güvenlik mimarisi ile siyasal rejimlerin doğasına dayalı. Dahası, kurumsuzlaştıkça ve otokratik dalga içerisine girdikçe bu mimarinin tek bir liderin kararlarına terk edildiğini biliyoruz.

Böyle olunca da 2016 yılında darbe girişiminin, 2017’de otokratik heveslerin, 2020’de salgının, 2022’de savaşın bir kez daha tarihte kalmadığını öğrendik.

Bu arada kabul etmek gerekir ki kurumların daha güçlü olduğu ve kemikleştiği liberal kapitalist ülkelerde de temel sorun bütün kurumların ve siyasi mimarinin kendi ulusal çıkarları etrafında birleşmesi ve ulusal ve küresel baskı olmadığında çıkarlarını fütursuz bir şekilde izleyebilmesi ihtimali.

ABD’nin Irak’a müdahalesi ve burada yürüttüğü savaş buna işaret ediyor. Evet otokratik rejimlerin kurumlarla dengelenmesi, denetlenmesi ve şeffaflığının sağlanması zaruri bir ihtiyaç. Ama öte yandan bunları sağlayan liberal örneklerin de aynı şeffaflığa ihtiyaç duyduğunu ve hesap vermesi gerektiğini söylemeliyiz. Ortak olan unsur hesap verilebilirliğin artırılması. Bu, yaşadığımız bireysel ve sosyal zararı minimize edebilir ancak.

Aksi halde tarihte kaldığını düşündüğümüz her şeyi tekrar tekrar yaşayacağız ve bu kez yüksek hızlı hayatlarımızdan ötürü felaketimsi sonuçlar çok hızlı yayılma ve etkileme potansiyelini bünyesinde barındırıyor.

Son olarak Ukrayna’daki krizde bir taraf tutma ihtiyacının kutuplaşmayı iliklerine kadar hisseden bir toplumda yani ülkemizde yaşanması hem normal hem çok sıradışı.

Aslında burada gazeteciler ve siyasetçiler gibi kamusal figürlerin önemi çok büyük. O yüzden onlar taraf  tutunca toplum da oraya yöneliyor. Bu şekilde Sezarlar mimarisi ya da çıkar paylaşımı bir kez daha güçlendirilmiş oluyor.

Soğuk Savaş dönemini yaşayanlar bunun aynı zamanda herkesin aklına yönlendirilmiş bir savaş olduğunu söylerdi. O kutuplaşma ortamının ülkelerin aydın iklimini nasıl çoraklaştırdığını nasıl herkesin taraf tutmaya meylettiğinin altı çizilirdi. Ukrayna’ya müdahale sonrası ortaya çıkan tarafgirlik bana o çoraklığı hatırlattı. Ve hesap verir, şeffaf, denge ve denetlemenin olduğu siyasal rejimlere ne kadar ihtiyacımızın olduğunu.

Alphan Telek’in önceki yazıları:

Ekonomi ve dış politika arasında muhalefetin yolu

Derin yoksulluk karşısında iktidarın ve muhalefetin stratejisi

“Daha az kazanmak için daha çok çalışmak”: Gölgede kalamayan kuryeler

Özgürlükçü laiklik neden Türkiye’nin yarınıdır?

Kasımdan ocak ayına “kırılgan zafer”: Muhalefet ve iktidar için ne değişti?

Kararsız seçmenin talebi – Muhafazakârlık mı muktedirlik mi?

İktidarın “çözülen sınıfsal tabanı” karşısında muhalefetin stratejisi var mı?

Zafer algısı – Muhalefet ve iktidar seçmenine nasıl zarar veriyor?

Büyük iktidar, küçük yatırımcı, sessiz muhalefet

“İktidar aslında gitti” – O zaman bu anketler ne anlama geliyor?

Doktorların göçü: Neden şimdi?

Çoğunluk

“Geçinemeyenler” – Öfkeli, geleceksiz ve prekarya

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.