Amin Maalouf’un “Uygarlıkların Batışı” kitabını okudunuz mu bilmiyorum. Ben bir müddettir Maalouf okuyorum. Türkiye’de de çokça bilinen ve kitapları satan bir yazar. Birçok kişi onu “Semerkant” ya da “Afrikalı Leo” romanlarıyla tanıyordur. Fakat kendisinin de tanıklık ettiği, 20. yy.’ın ikinci yarısında dünyada gerçekleşen siyasi ve sosyal olayları kaleme aldığı deneme kitapları en az romanları kadar ve belki de onlardan çok daha iyi. Bu denemelerden biri de 2019 yılında yayınlanan “Uygarlıkların Batışı” (Le Naufrage Des Civilisations)
Öksüzlükten ölümsüzlüğe
Burada bir parantez açmak istiyorum. Maalouf 1949 doğumlu bir Lübnanlı. 1980’lerden bu yana ülkesi Lübnan’da değil, Fransa’da yaşıyor. Kitaplarında Fransa’dan bahsederken onu evlatlık edinen ülke olarak anlatıyor. Lübnan iç savaşı milyonlarca evladını öksüz ve yetim bıraktı. Siyasi, sosyal ve kültürel bir öksüzlükten bahsediyorum.
Bu öksüzlerden bazıları Batı ülkelerinde kendilerine koruyucu bir iklim buldular. Dilerim hiçbir ülkenin evladı böyle bir süreci asla yaşamaz.
Maalouf şu an halihazırda Fransa’daki en prestijli kurumlardan biri olan Academie Française’in 40 üyesinden biri. Kitapları onlarca dile çevrildi, Fransa’da en çok okunan ve takip edilen yazarlardan biri oldu.
Maalouf bu kurumda 29 numaralı koltuğun sahibidir. Bu koltuğun önceki sahipleri arasında 19. yy.’ın ünlü sosyal bilimcilerinden Ernest Renan ya da 20. yy.’ın en ünlü antropologlarından biri olan Claude Lévi Strauss vardı. Strauss 2009’da öldükten sonra, bu koltuk Maalouf’a önerildi. O da 2011 yılından bu yana 29 numaralı koltuğun yeni sahibi. Ölene kadar bu makamda olacak.
Academie Française üyelerine ne deniyor biliyor musunuz? Les Immortels, yani ölümsüzler. İnsanlığa olan katkıları yönüyle bu sıfatı taşıyorlar.
Öksüzlükten ölümsüzlüğe.
Paris’te Academie Française’in önünden her geçtiğimde ölümsüzleri, insanlığa olan katkılarını, onların arkasında duran istikrarı, tarihi ve kurumsallığı ve aynı zamanda estetiği saygıyla anmadan geçemiyorum.
Umarım bir gün ülkemizde de yazarlarımız ve aydınlarımızın isimleri sokaklarda, binalarda ve inşa ettiğimiz/edeceğimiz prestijli kurumlarda yer alır. Parantezi kapatıyorum.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kritik bir mevsim: 1979
“Uygarlıkların Batışı”nda Maalouf 1979 yılının öneminden bahseder. Dünya tarihini ve yönünü değiştiren olaylar silsilesinin gerçekleştiği yıl olarak inceler.
İran’da İslami devrim, İngiltere’de “Demir Leydi” lakaplı Margaret Thatcher’ın seçilmesi, Polonyalı Jean-Paul’un Papa olarak seçilmesi, Afganistan’da ABD’nin ve Rusya’nın giriştiği savaşın nüveleri ve Çin’deki hükümetin ideolojik yön değişiminden söz eder.
Muhafazakâr devrim
Maalouf bunların muhafazakâr bir devrim sürecini tetiklediğini söylüyor. Bağlantısız da olsa hepsi bir şekilde birbirini destekliyor. İslami devrimle birlikte siyasal İslamcılık küresel olarak dikkat çekiyor. Thatcher daha önce yapılmazı yapıp sendikaları eziyor ve yeni –neo liberal– bir ekonomi politikasının mimarı oluyor. Yaptıklarıyla kendinden kısa bir süre sonra seçilen ABD Başkanı Ronald Reagan’a model oluyor ve dünya neo-liberal bir dönüşüme doğru yol alıyor. Sovyetler Birliği Vietnam’dan dolayı sıkışık olduğunu düşündüğü ABD kampının, kendisinin Afganistan’da girişeceği savaş karşısında bu kadar birleşik ve yoğun bir tepki verebileceğini hesaplamadan adımlarını atıyor. (Tıpkı bugün gibi değil mi?).
Çin’deki muhafazakâr yönelimle daha önce insanlık tarihinde görülmemiş bir piyasalaşma çizgisi izleniyor. Aynı yıllarda sosyalizm ve kapitalizmin barışçı çözümünü ortaya koyabilecek İtalya Başbakanı Aldo Moro öldürülüyor. Beş-altı yıl sonra ümit vaat eden büyük bir siyasetçi Olof Palme İsveç’te öldürülüyor. Aynı yıllarda Türkiye’de sayısız siyasal cinayet var.
Ve dünya büyük bir dönüşüm bulutunun içinde türbülansa giriyor. Dünyayı bir uçak olarak düşünecek olduğumuzda, uçak 1979’da sosyal değerlerin ve solun kuvvetli olduğu bir iklimde fırtınanın içine giriyor, 1980’lerde çıktığında ise dünya piyasacı düzenlemeleri yapmış, neo-muhafazakârlığın hakim olduğu bir iklimde. İşin içinde sadece anti-komünistler değil komünistler de var. Kitaba bakmanızı öneririm.
Soru şu: Bütün bunlar bir orkestrasyon dahilinde miydi? Yoksa şartlar/tesadüfler mi bunları getirdi?
Maalouf’tan ufak bir fragmanla bu yazıyı kapatayım:
Je parlerais plutôt d’une “conjonction”. C’est comme si une nouvelle “saison” était arrivée à maturité, et qu’elle faisait éclore ses fleurs en mille endroits à la fois. Ou comme si “l’esprit du temps” était en train de nous signifier la fin d’un cycle, et le commencement d’un autre.
Aslında bir birleşme anından söz ediyorum. Bu tıpkı olgunlaşmış ve binlerce farklı yerde aynı anda çiçek açtıran yeni bir mevsim gibi. Ya da bir döngünün sonu ve bir diğerinin başlangıcı olduğuna işaret eden zamanın ruhu gibi.
Sizce bugünün ruhu ne? İşte bu milyar dolarlık bir soru.
İyi bir pazar günü geçirmeniz dileğiyle…
Alphan Telek’in önceki yazıları:
Erdoğan yeniden Batı’nın aradığı kişi mi oluyor?
Ağır fırtınanın içinde – Güçlendirilmiş parlamenter sistem ne sağlar?
Tarihte kalmamış mıydı savaşlar, salgınlar, darbeler?
Ekonomi ve dış politika arasında muhalefetin yolu
Derin yoksulluk karşısında iktidarın ve muhalefetin stratejisi
“Daha az kazanmak için daha çok çalışmak”: Gölgede kalamayan kuryeler
Özgürlükçü laiklik neden Türkiye’nin yarınıdır?
Kasımdan ocak ayına “kırılgan zafer”: Muhalefet ve iktidar için ne değişti?
Kararsız seçmenin talebi – Muhafazakârlık mı muktedirlik mi?
İktidarın “çözülen sınıfsal tabanı” karşısında muhalefetin stratejisi var mı?
Zafer algısı – Muhalefet ve iktidar seçmenine nasıl zarar veriyor?
Büyük iktidar, küçük yatırımcı, sessiz muhalefet
“İktidar aslında gitti” – O zaman bu anketler ne anlama geliyor?